Eldesnet Eldeş Köyü
Konya Ilgın Eldeş Köyü Eldesnet

eldeslinecdetaral

 

  ELDEŞLİLER

 

 Eldeşli Prof. Dr. Necdet Aral
Türkiye  Eldeşli Merhum Prof. Dr. Necdet Aral hocamız kimdir? Hakkında bilgi.
 Bu sayfalarda yer almasını istediklerinizi e-mail ile gönderebilirsiniz.

 

 

 MAKALE

 

 Prof. Dr. Necdet Aral Hakkında
 PROF. DR. NECDET ARAL
Eldeşli Prof. Dr. Necdet Aral
 Güzide insan, Eldeş köyünün medarı iftiharı, bir Ilgın sevdalısı, Konya tutkunu, memleket aşığı, gönül insanı, hocamız, PROF. DR. Necdet ARAL
1949 Konya, Ilgın Eldeş Köyünde doğdu, İlkokulu Eldeş köyünde, Ortaokul ve Liseyi İstanbul’da okudu.
1973 Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümünü bitirerek İnşaat Mühendisi oldu,
1974 Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümünde asistan oldu,
1978 İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme İktisadı Enstitüsünde İşletme İhtisası yaptı,
1980 İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi, Yüksek Lisans çalışmasını tamamlayarak İnşaat Yüksek Mühendisi oldu,
1983 İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi, Doktora çalışmasını tamamlayarak Doktor Mühendis oldu,
1984 Hollanda Delft Teknik Üniversitesinde Çevre Mühendisliği alanında Master Çalışması yaptı,
1986 Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümünde Doçent oldu.
1993 Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümünde Profesör oldu.
33 yıl öğretim üyeliği ve devlet kuruluşlarında çalışarak 2000 yılında emekli oldu.
İnşaat ve Çevre Mühendisliği Bölümlerinde bölüm başkanı, Fakülte Yönetim Kurulu Üyeliği, Fakülte Kurulu Üyeliği ile Anabilim Dalı Başkanlığı görevlerinde bulundu.
Yıldız Teknik Üniversitesi, Trakya Üniversitesi ve Libya Brack Yüksek Teknoloji Enstitüsünde İnşaat Mühendisliği ve Çevre Mühendisliği ve Jeodezi Fotoğrametri Mühendisliği bölümlerinde ders verdi. Ulusal ve uluslar arası dergilerde yayınlanmış 150 yi aşkın sayıda makaleleri bulunmaktadır. Ayrıca “Su Getirme Kanalizasyon”, “İçme Suyu Filtrasyonu”, “Ötrofikasyon”, “Water Technology”, “Waste Water Treatment Plants”, “Water Treatment Methods” gibi ders kitapları ve “Su Ve Medeniyet” isimli kültür kitabı bulunmaktadır.
Çok sayıda araştırma projesi yönetmiş ve raporlaştırmıştır.
1997 Bayındırlık Ve İskan Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürü olarak, ve 2000-2002 İstanbul Büyükşehir Belediyesi İGDAŞ (İstanbul Gaz Dağıtım, Sanayi ve Ticaret A.Ş.) Genel Müdürü olarak görev yapmıştır.
Çok sayıda sivil toplum kuruluşunun başkanlığını ve yönetim kurulu üyeliğini yaptı.
1999 Seçimlerinde Fazilet Partisinden İstanbul Beşiktaş İlçesi Belediye Başkan Adayı,
2004 Seçimlerinde Ak Parti İstanbul Üsküdar İlçesi Belediye Başkan Aday Adayı ve
2007 Seçimlerinde Ak Parti Konya 23. Dönem Milletvekilliği Aday Adayı oldu.
Genel Merkezleri Ilgında olan “Ilgın Organik Tarım Geliştirme Merkezi” ve “Ilgın Eğitim, Kültür, Sağlık, Turizm Ve Çevre Derneği” başkanlıkları başta olmak üzere pek çok sivil toplum kuruluşu ve derneğin kurucusu ve yöneticisi ve başkanı olarak görev aldı. 2002 yılında kurduğu Besa İnşaat Taahhüt ve Ticaret Limited Şirketi ile 3P İnşaat Gaz, Enerji ve Makine Sanayi Ticaret A.Ş. Yönetim Kurulu başkanı ve yöneticisi olarak özel sektörde önemli projeler yapmıştır.
Evli ve iki çocuk babası olan PROF. DR. Necdet ARAL çok iyi derecede İngilizce bilmekteydi. 08.06.2010 salı günü elim bir trafik kazası sonucu hakkın rahmetine kavuşmuş 61 yaşında aramızdan ayrılmıştır.
Hocamıza cenab-ı Allah'tan gani gani rahmet diliyor, Allah ondan razı olsun. Amin. 30.03.2020 Tarihinde güncellenmiştir.
 
İstanbul 04.08.2010
Derleyen: Beytullah YILDIRIM
Bu Makale: Eldesnet tarafından 04.08.2010 Tarihinde Yayınlanmıştır.
 Eldesnet'e Massenger'dan mesaj ve fotoğraf göndermek için buraya tıklayınız.
 Eldesnet Facebook grubu için buraya tıklayınız.
Eldeşli Prof. Dr. Necdet ARAL  PROF. DR. NECDET ARAL MAKALELERİ
  Necdet ARAL Hakkında
  Akıllı Çalışma Planları
  Değişmeyen Tek Şey Değişimdir
  Eldeş'te Ekomik Sosyal Hayat
  Eldeş'te Kurban Bayramı
  Ilgın Organik Tarım
  Özgür Düşünmek

 Akıllı Çalışma Planları Eldeşli Prof. Dr. Necdet ARAL
 Bilgisayar teknolojisi büro çalışma alışkanlıklarını değiştirmiştir. Günlük çalışma süresini 8 saatten 16 saate çıkarmıştır. Büroda çalışma yerine evde, seyahatte, tatilde çalışma imkanları getirmiştir. Buna akıllı çalışma denilmektedir. Yüksek düzeyde iletişim ve elektronik bilgiye sahip bedensel engelli bir çalışan sağlam çalışana göre daha çok üretebilmektedir.
 Yetişkinlere göre çocuklar ve gençler bilgisayar kullanmayı ve internetten yararlanmayı daha kolay öğrenmektedirler. Günümüzde, çalışma hayatında beyinsel çalışma oranı %80'e yükselmiş, bedensel çalışma oranı %20'ye inmiştir.
 
 Prof. Dr. Necdet Aral
 Hocamıza gönülden teşekkür eder, Allah C.C. rahmet eylesin. Mekan cennet olsun.
İstanbul 04.08.2010
Derleyen: Beytullah YILDIRIM
Bu Makale: Eldesnet tarafından 04.08.2010 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu Makaleyi Pdf Olarak İndirmek için BURAYA tıklatınız.

 Değişmeyen Tek Şey Değişim Eldeşli Prof. Dr. Necdet ARAL
 Bu derinlik ve boyutta ekonomik ve teknolojik değişim tarihin hiçbir döneminde gerçekleşmemiştir. Avlanmadan tarım toplumuna ve devamında endüstriyel kentsel topluma geçiş süreci çok uzun yıllar almıştır. Şimdi ise gen yönlendirmesi ve elektronik hız çağı ile global bir dünya meydana gelmiştir. Bu hızlı çağ, uyuşturucu kullanımı, cinayet ve intiharlardaki hızlı artışı, aile içi şiddeti, çocuk ve kadın istismarını beraberinde getirmiştir. Ayrıca toplumun eski inançlarını yitirmesine, kendilerine yabancılaşmaya, depresyon ve tükenmeye yol açmıştır. Bugün şehirlerde yaşayanların çoğu topraklarını terk ederek göç eden kırsak kesim insanının yaşadığı kontrol kaybı duygusuna kapılmış ve nostalji içinde bulunmaktadır. Daha basit bir yaşam zamanının özlemi içindedir. 1960 lı yıllarda Almanya ve Avrupanın diğer ülkelerine çalışmak için gidenler eskiden olduğu gibi yaz aylarında Türkiye’ye araçları ile konvoy halinde artık gelmemektedirler. İkinci kuşak daha aktif durumda, ikinci kuşak insanlarda nostaljiyi yitirmiş, veya kendinden önceki kuşağın alışkanlıklarını edinmemiş durumdalar. Hayata farklı bakmaktalar, farklı yaşam tarzını benimsemişler, bulundukları ülkeye uyum sağlama eğilimindeler.

 İşgücüne artan sayıda kadın ve çocuklar katılmaktadır. Farklı kültür, farklı ırk, bölgesel ve etnik farklılıkları bir arada barındıracak bir yönetim biçimi geliştirmelidir. Önyargı, bencil davranışlar ve ideolojik devlet anlayışı eskide kalmış gerici bir anlam taşımaktadır. Mevcut bilgi birikimlerine bağımlı kararlar oluşturmak, sahayı daraltmakta, kurum ve kuruluşları küçültmektedir.

 Kültür, tüm toplulukların örgütlenmesinde kolaylık sağlayan ilkeler içermektedir. İnsanların kim olduğunu düşündüğünde aklına gelen kavramdır. Ancak Kültürel farklılıklar toplumların aralarında mesafeler oluşturmaktadır. Büyük toplumları bölmektedir. Toplumların problemlerinin çözümünde yardımcı araç olma yerine seçilmiş insanlar ya da üstün ırk anlayışı gibi kavramlar zamanla kendisi problem olarak ortaya çıkmaktadır. Kültürel gelenekler, dini inançlardaki sapmalar ve hurafeler, değişimin önündeki engellerdir. Bunlar değişimden sonraki hayat içinde de kendilerine yer bulabilmektedirler.
 Prof. Dr. Necdet Aral
 Hocamıza gönülden teşekkür eder, Allah C.C. rahmet eylesin. Mekan cennet olsun.
İstanbul 18.03.2005
Derleyen: Beytullah YILDIRIM
Bu Makale: Eldesnet tarafından 04.08.2010 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu Makaleyi Pdf Olarak İndirmek için BURAYA tıklatınız.

 Eldeşte Ekonomik Sosyal Hayat 16.04.2006 Eldeşli Prof. Dr. Necdet ARAL
 Çocukluğum ve ilkokul yıllarım Eldeş’te geçti. Bu yıllarda yani 1950 li ve 1960 lı yıllarda Eldeş’te yoğun bir şekilde tarım ve hayvancılıkla uğraşılırdı. Eldeş yaklaşık 200 hane lik bir köydür. Her aile geçimini tarımdan sağladığı için işleyebileceği kadar, yani ailelerin kendine ait 50 dönüm ile 200 dönüm arası büyüklüğünde tarlası bulunmaktaydı. Eldeş’in çevresindeki Bulcuk, Kembos, Sadık Köyü ve Mahmuthisar gibi köylerde de genel de en fazla bu miktarlarda arazileri olan çiftçiler vardı ki yaşam tarzı tarım ve hayvancılıkla meşgul olan insanların gelenekleri üzerine kurulmuştur. Kendi geçimi için tarlasını işleyen, hanesinin ihtiyacını karşılamak için küçük ve büyükbaş hayvan besleyen, üretiminin ihtiyacından fazlasını pazarda satan yaşam tarzı 1950 li ve 1960 lı yılların Eldeş ve çevresindeki köylerin durumunu göstermektedir.
 Eldeş Evleri, iki katlı kerpiçten yapılmış düz damlı bahçeli evlerdir. Giriş katında hayat, sarpın, ahır ve samanlık bulunur, ikinci katta, oturma ve yatma odaları, mutfak olarak da kullanılan kayıt odası ve çardak bulunur. Giriş kattaki Hayat’ta bulunan ahşap merdivenlerle ikinci katın Çardak’ına çıkılır. Oda kapıları çardak’a açılır. Ayrıca Çardak’tan bir kapı ile ahırın damına ve oradan da ahşap merdivenle ikinci kat damına çıkılır. Evin girişi yola, arkası da bahçeye bakar. Yaz mevsiminde bu bahçelerde ve köyün yakınındaki sulanabilen harımlarda evin ihtiyacı olan salatalık, patlıcan, biber, domates, fasulye, mısır, soğan, patates, pırasa, turp ve lahana gibi sebzeler ve yine bakımı ve sürekli korunması kolayca sağlanabildiğinden evin araksındaki bahçelerde erik (üzüm erik, bardak erik, Akşehir eriği), elma, kaysı, vişne, ceviz, dut ve armut gibi meyveler yetiştirilirdi. Kavak ve söğüt bu bahçelerin ve Eldeş köyünün meyvesiz ağaçlarındandır. Bu sebze ve meyvelerin yaz mevsimlerinde tazesi, kış mevsimlerinde de kurusu yenmektedir.
 Eldeş’te büyük çiftçi yoktur. Eskiden de yoktu. 1950 li ve 1960 lı yıllarda her aileye ait işini gördüğü bir çift at ve bu atların çektiği at arabası bulunmakta idi. Öküz yada manda koşanlar da vardı. Bir ailenin nüfusu anne, baba ve çocuklar da dahil olmak üzere 5-7 kişi arasında değişmekteydi. Ailenin her ferdi kendi işinde ve tarlasında çalışırdı.
Kış mevsiminde, mesela bizim 25-30 adet küçükbaş keçi ve koyun ve süt almak için de mandamız vardı. Köyde mandası olan aile çok sayıda değildi. Ancak çoğu aile bir veya iki adet inek beslerdi. Süt, yoğurt, yağ ve peynir ihtiyacını karşılamak için inek ve manda gibi büyükbaş hayvan ile koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvan beslerdi. Ayrıca yumurta ihtiyacını karşılamak için de tavuk beslenmekteydi. Aralık, Ocak ve Şubat aylarında tam kış ve yoğun kar yağışı yaşanır ve kar uzun süre kalırdı. Bu süre içinde büyükbaş hayvanlar ahırda, küçükbaş hayvanlarda Hayat’ta tutulur, köyün ortak sürüsü yayılmaya gitmezdi. Büyükbaş hayvanların sabah saatlerinde su içirmek üzere her sokakta olan köy çeşmelerine götürmek üzere ahırdan çıkarılır, ahırlar temizlenir ve ahırdaki batmalara saman ve yem konur, sudan dönen hayvanlar bu saman ve yemi yiyerek beslenir, aynı işlem akşam saatleri de yapılır, gece aile uyumadan önce ahırdaki hayvanlara tekrar saman ve yem verir. Gece saatlerinde yatmadan önce ahıra bakmak ve hayvanlara saman yem vermek için evde oturma odasında bulunan gaz lambası kullanılırdı. Çocukluk dönemimde gece ahıra bakma işini hiç sevmezdim. Çünkü ahıra bakmaya giderken lamba tutma işini bana yaptırırlardı. Kış mevsiminde bazı günler gündüz saatleri, küçükbaş keçi ve koyunlar köyün ortak sürüsü ve çabanı ile, kısa sürede olsa her yer karla kaplı olduğundan dolayı, köyün güneyinde olan ormana götürülür ve ormandaki ağaçlardan beslenmesi sağlanır, ayrıca yaz mevsiminde toplanarak samanlığa depolanan, saman ve otlardan kışın yayılmaya gitmeyen hayvanlara verilir. Yaz mevsiminde, büyükbaş hayvanlar köyün ortak sürüsü ile mera ve otlaklara yayılmaya gider, süt verenler akşam eve gelir ve sütleri sağılır, diğerleri köyün girişindeki “Eğrek Yeri”inde bulunan “Tokat” ta tutulur, sabah evlerden gelen hayvanlarla birlikte tekrar yayılmaya götürülürdü. Koyun ve keçi ise tarla gübrelemek üzere gece herhangi bir tarlada yatırılır, gündüzleri sıcakların bastığı öğle üzeri de köye yakın bir tarlada yatırılır, ve evde bulunan evin hanımı bu koyun ve keçileri sağmak için gider bakır “Kova” veya “Sitil’e sağarak süt alırlar. Bu sütten, ve akşam evde sağdıkları manda ve inek gibi büyükbaş hayvanlardan aldıkları sütü karıştırarak veya ayrı ayrı yararlanarak yağ, kaymak, yoğurt, peynir ve keş elde ederlerdi. Her aile, Temmuz ayında küçükbaş hayvanlarının derisi içine bastıkları taze peynirleri, Kembos Köyünün yakınında bulunan “İn” (mağara) içine bırakır ve Ekim ayı sonunda “Tulum Peyniri” olarak geri alırlar. Bu tulum peyniri doğal depoda durmasından dolayı çok lezzetli olurdu.

 Kış mevsiminde kar yağdığı için herkes vaktinin çoğunu evinde geçirirdi. Erkekler köy odalarında ve köy bakkalında vakit geçirirken hanımlar ev işleri ile genç kızlarda kaneviçe ve oya yapar, çeyiz hazırlar, yün ve tiftikten ip yapar, kazak ve çorap örerlerdi. İlk Okula gittiğim dönemde uzun Kış gecelerinde ders çalışırken gaz lambasını çeyiz yapan ablalarımla paylaşırken hep kavga ederdik. Annem yemek yapardı, evi temizler, ip yapar ve çorap örerdi. Babam da ahırı temizler, küçük-büyükbaş hayvanlara saman ve yem verirdi, bu işe ahıra bakma” denirdi. Ayrıca evin ve ahırın damında biriken kar tahta kürekle kürer ve dış kapının önünde ocakta ve sobada yakılacak odun ve kütükleri kırardı. Akşamları da köy odasına giderdi. Köy odasından döndükten sonra uyumadan önce babam bir yufkanın içine tuluk peyniri koyarak yerdi, bende kendisine katılırdım. Bazı akşamları anne veya ablalarım, mısır patlatır, buğday ve kenevir kavururlar kış akşamları çerez olarak bunları yerdik. Bazı akşamları da, buğday ve mısır göllesi yaparlardı. Göllenin içine kenevir tohumu da konurdu. Bayramlarda da haşhaşlı “Kömbe” ve “Sacarası” çok sevdiğim ekmeklerdendi. Ekmek yapmak için tandır bulunur, tandırı mahalledeki komşular ortak yakar ve en az 20-30 günlük ihtiyacı karşılayacak kadar yufka ekmeği hazırlanır, bu ekmek kurutulur, her gün yemek vakti ihtiyaç kadar sulanarak yumuşak hale getirilir ve sofraya konurdu. Tandır yandığında, yufkanın yanında yumurtalı börek, keşli börek, otlu börek ve katmer de yapılırdı. Kış mevsimleri, sofralarda bulgur pilavı ve turşu hiç eksik olmazdı, bunlar evlerin baş yemeği idi. Yine yaz mevsiminde kurutulan, domates, biber, patlıcan, beçikulağı, yaprak sarması, biber ve patlıcan dolması zaman zaman pişirilir. Küçük topalak ve Koca topalak da çok sevdiğim yemeklerdendi. Sütlaç, pancar pekmezi, tatlı olarak sofralarda bulunurdu. Ayrıca bizim arı kovanlarımız vardı, evin bir köşesinde bu kovanlardan Ekim ayında aldığımız ve küpe koyduğumuz bal bulunurdu. Tüm bu kışlık gıdaları yaz ve güz mevsiminde her aile kendi imkanları ile kendi tarlasından ve kendi çalışarak hazırlar, başkalarına herhangi bir ödeme yapmazdı. Yaz mevsiminde yetiştirilen, pırasa, turp ve lahana evin bahçesinde toprağa gömülür, kış mevsimi topraktan çıkartılarak temizlenir ve sofralara konurdu. Kış mevsimi, Ocak ve Şubat ve Mart aylarında önce koyunlar sonra da keçiler yavru yaparlar. Bizim evin soba yanan oturma odasının bir köşesinde taze yavruların kalabilecekleri bir yer yapılır. Kuzu ve oğlaklar burada bir müddet tutularak büyümeleri sağlanır. Büyüyen kuzu ve oğlaklar ikinci kademede sarpın’ın bir köşesinde ( biz hep bitek derdik) tutulur, taze kuzu ve oğlaklar sabah ve akşam olmak üzere günde iki kez annelerini emmek üzere yanlarına bırakılır. Bu işi hayattaki küçük baş keçi koyunlarla ilgilenen babam yapardı. Koyun, keçi ve Manda yavruladığında ilk sütü sağılır, yavrularına verilmezdi. Bu ilk süt koyu olur ve “ağız” denir. ağzı ekmekle birlikte çok severek yerdik. Evlerin tabanı toprak, tavanı da ağaç ızgara üstüne kamış kaplanır ve üzerine çorak konarak düz damlar elde edilmektedir. Yaz mevsimi düz damlarda sebze, meyve kurutulur, bulgur, buğday ve makarna serilerek kurutulur.
İlkbahar mevsiminde, kar kalkmışken büyük ve küçükbaş hayvanlar sabah ortak sürüye katılarak çobanı tarafından yayılmaya ovaya veya ormana götürülür, akşamları da evlere geri döner, yaz mevsiminde ise hem büyük baş ve hem de küçük baş hayvanlar evlere gelmezdi. Nisan yağmurları topraklarda, tarlalarda tav yapar, ekim ayında ekilen ve kış gelmeden filizlenen buğdayı ve haşhaşın büyümesini sağlar. İlkbaharda ayrıca, yazlık buğday, arpa, pancar ekilir. Ayrıca evin bahçesine fasulye, mısır, pırasa, soğan da bu mevsimde ekilir. Fide olarak yetiştirilen, biber, patlıcan domates de yine evin yakınında bahçeye veya köyün yakınında harım denilen ve sulanabilen tarlalara ekilir. Tarlaların ve Ev bahçelerinin sulanması Kembos’tan çıkan ve Eldeş köyünün ortasından geçen akarsudan alınan ve topoğrafyası uygun olan yerlerde hendeklerle bahçe ve tarlalara cazibe ile getirilen su ile yapılır. İlkbahar kış aylarına göre biraz daha hareketli olur. Kadınlar haşhaş ve pancar çapasına giderler aynı zamanda sebzelerin dikilmesi, çapalanması ve bakımını yaparlar. Erkelerde, tarla işleri, pancar ekimi, nadasa kalan tarla sürülmesini yaparlar. Ayrıca mayıs ayı içinde çift süren atların taze ot yemesi için mezarlık bahçesinde veya ovada akarsu kenarında tarlası olanların akarsu ile işlenen tarlası arsında kalan alanlardaki taze otları atların beslenmesi için gece-gündüz ayaklarından bağlanmış ve sikke ile yere çakılmış zincirlerle atların sabit kalmasını ve taze ot yemesini sağlamak maksadı ile kamp kurarlar. Bu köyün mezarlığının mezar olmayan yerlerindeki alanlar için muhtarlığa gelir sağlamak maksadı ile bir bedel karşılığı kiralanarak yapılır. Akşam üstü sürüden eve gelen büyük ve küçük baş hayvanların takviye beslenmesi için alanlardan ve meralardan topladıkları taze otları eve getirir ve hayvanlara akşam beslemesi yaparlar. Yine bu dönem ve güz dönemi Eldeş kısmen bir dağ köyü olmasından dolayı, yemek pişirmesinde ve kışın soba yakacağı olarak ormandan eşeklerle getirilen odunlar kullanılırdı. Her ailenin bir eşeği olur ve bu eşekle ilkbahar ve sonbaharda erkekler boş günlerinde dağa giderek hanenin ihtiyacı olan odun getirirlerdi.

 Evde herkes çalışır. Evin annesi, yemek ve ev işleri yapar, baba, çift sürer, akşamları ahır ve hayvanlara bakar, kadınlar genç kızlar çapaya gider, çocuklar kuzu ve oğlakları gündüzün otlatmak üzere harman yerlerine, mera ve tarlaların arasında sınır olarak bırakılan alanlara götürerek yetişen taze otlarda yayılmasını sağlarlar. Bu arada Mayıs ayı sonu ve Haziran ayında da bahçeler, harımlar ve haşhaş pancar sulanması yapılır. Haşhaşlar da haziran ayı sonuna doğru yeşil haşhaş kellelerinin afyon alınması için çizilmesine başlanırdı. Bir hafta on gün haşhaş çizme ve afyon sıyırma işi devam eder. Haşhaş kellesinden sıyrılan afyon satılarak haneye para girdisi sağlanırdı. Bu sırada buğdaylar büyümüş ve başakları ütme olmuştur. Ütme buğday başaklarının kuruma aşamasının bir ön safhası olup kopartılarak hafif ot ateşinde ütülmesi ile taze buğday tanelerinin közlenmesi sağlanır ve çerez gibi yenir. Afyonu sıyrılmış ancak daha kurumamış kelle içinde bulunan taze haşhaş tohumları ile ütülmüş buğday taneleri ile karıştırarak yenir ve çok tatlı bir lezzet verirdi. İlk Bahar mevsiminde beçikulağı(madımak), taze pancar yaprakları, ebegümeci, ısırgan otu ve labada gibi otlardan tazesinin, kurutularak da kış mevsiminde yemekleri yapılırdı. Günümüzde de böyle yapılmaktadır.
Yaz mevsiminde, Haziran ayı sonunda arpaların büyüyerek kuruduğu ve biçilmeye başlandığı, arkasından da buğday, yulaf, çavdar gibi ekinler biçilmektedir. Ekinlerin biçilmesi 15-20 gün sürer. Baba ve büyükler sabah güneş doğmadan Angıç’lanmış at arabası ile tırpan, orak ve tırmıkları alarak ekin biçecekleri tarlaya giderler. Annem da yemekleri hazırlar, ben ve benim gibi çocuklarda, eşeklere heybe gözlerine konmuş, yemekleri alır kuşluk vakti tarlaya götürürdük. Sabah yemeği ve öğle yemeğini birlikte götürülürdü. Yani ailede herkes çalışır. Evde anne, tarlada baba ve çocuklar hep çalışırlar. Babam, tırpanla kurumuş ekin biçer, ablalarım arkasından biçilen sapları deste yapar ve desteleri yığın yaparlardı. Büyük ağabeyim de tırmık çekerdi bende onların zaman zaman istedikleri arabanın altında veya tarlada bulunan bir ağacın gölgesinde duran testiden içme suyu verirdim. Bazen imece usulü ile veya gündelik ödeyerek tırpancı tutardık. Çünkü iki ablam deste yapma ve yığın yığma işini yaparken babam bunlara yeteri kadar biçme işlemini yetiştiremiyordu. Bu yüzden de ablalarım da tırpan biçmeye başladılar. Önce biçerek yeteri miktara ulaşınca biçme işini bırakıp deste ve yığın yapmaya geçerlerdi. Hatta bu yüzden kadın ve kızların tırpan kullanmaları alışık olunmayan işlerden olmasından dolayı komşular ablalarımı gıbte ederek ailemizi kınarlardı. Yaz mevsiminde 15 gün biçme, 15 gün biçilen tarlada yığın olarak duran sapların harman yerine taşınması ve yaklaşık bir ayda harman yerinde düğen sürme ve harman kaldırma işleri sürerdi. Harman yerinde tınaz hale getirilen buğday, arpa ve yulaf yığınları, Eylül ayı gelince ve mevsimsel olarak da rüzgarların başlamasıyla savrulmaya başlanır. Saman ve taneler birbirinden ayrılır ve akşama kadar savrulan harmanların akşam üzeri kalburdan geçirilerek çuvallara doldurulup akşam üzeride arabaya yüklenerek eve getirilip sarpına konurdu. Evin ihtiyacı olan miktar bırakılır, geri kalan kısmı, ya Toprak Mahsulleri Ofisine yada, serbest piyasada Ilgın Pazarında zahireci tüccarlara satılırdı. İşin çok ve yoğun olduğu zamanlar babam ve ağabeyim harmanda yatardı. Her sene farklı miktarlarda sapımız ve buna bağlı olarak da ürünümüz olurdu. Nohut ve kuru fasulye de Ağustos sonu Eylül başı tarladan yolunarak harman yerine getirilir. Harmanyerinde iyice kuruyan nohut ve fasulye de düğen sürülerek tanesi saptan ayrılır, harman yapılır, kuru fasulye ve nohutlar da savrularak samandan ayrılır, hanenin ihtiyacı kadar evde bırakılır, gerisi pazarda satılır ve para girdisi sağlanırdı. Samanı ise kış mevsiminde koyun ve keçilere ot olarak yedirilirdi. Sonbahar mevsiminde, harmanlar kaldırılır, pancarlar sökülür, ve Konya Şeker Fabrikasına gönderilmek üzere Ilgın’a istasyona getirilirdi. Bahçelerde ve harımlarda olan, sebze ve meyvelerin fazlaları toplanır, kış mevsiminde yenmek üzere kurutulur, ve yine unluk buğdaylar çayda yıkanır ve düz damlarda kurutulur, köyün üst kısmında olan Aşağı Değirmen veya Yukarı Değirmende öğütülürdü. Bazen Dibek Değirmenine veya Mahmuthisarı Köyü’nde bulunan değirmenlere götürülerek kışlık unlar hazırlanırdı. Bu değirmenlerden bir tanesi de güz mevsiminde bulgur öğütmek için ayrılırdı. İyi kalite bulgurluk buğdaylardan bir hane için 5-6 kile yıkanıp bulgur kaynatılır, yine damlarda veya harmanyerlerinde kurutulur, ve değirmende bulgur olarak öğütüldükten sonra yine evin damında tekrak güneş ışığında kurutulur, kalbur ve elekten elenir, kalbur üstünde kalan iri tanelere “irmik” denir, ince elek altında kalana da “Pıtpıt” denir, bu ikisinin arasında kalan ise normal bulgur olarak ayrılır. İrmik’ten çorba yapılır, Pıpıt’tan Küçük ve Koca topalak yapılır, bulgur dan da bölgede temel yemek olan “Bulgur Pilavı” yapılır. Bu mevsimde ayrıca pancar sökümü sırasında ayrılan iri pancarlar eve getirilerek, dayanabildiği süre kadar bekletir, bu süre içinde zaman zaman patates haşlaması gibi kaynatılarak tatlı yerine yenirdi. Ama mutlaka eve getirilen pancarlar pancar pekmezi yapılır, Kış mevsiminde bu pekmez, her sabah kahvaltıda sofraya, tulum peyniri ile konurdu.

 Son bahar mevsiminde yağmurlar yağmaya başlayınca, toprakta tav oluşur ve buğdaylar ekilir. Yağmur yağmamış veya gecikmişse toprakta tav yapmak için tarlalar sulanır. Buna gönen denir, ve sulanan tarla birkaç gün içinde tav oluşur buğday ekilirdi. Gönene ekilen buğday daha verimli olur. Yine bu mevsimde, nadasa bırakılacak tarlalar sürülür, dağdan kışlık odun getirilir, ve kış hazırlıkları yapılırdı.
Pazartesi günleri Ilgın da haftalık Pazar kurulur, Eldeş’ten, at arabaları veya eşek ile pazara gidilir. Kembos ve Baramuslu gibi komşu köylerinden de pazara gidenler bir gün önce eşekleri ile Eldeş’e gelir, akşam köy odasında kalır ve ertesi gün Ilgın’a pazara gider dönerken tekrar Eldeş’te odada kalır ve üçüncü gün köyüne dönerlerdi. Bu köylerde yaşayan insanların, pazara gidip gelmeleri 2-3 gün sürerdi. Pazardan, tuz, gazyağı, kibrit, ayakkabı, elbiselik kumaş, basma ve meyve, kuru üzüm, şeker alınırdı. Genelde köylü parayı bu tür ihtiyaçları için harcar. Para girdisi ise, harmandan kaldırdığı nohut, kuru fasulye, buğday, arpa, yulaf ve çavdar gibi ürünlerin fazlası ile afyon ve pancarını satarak elde ederdi. Dolayısıyla 1950 li ve1960 lı yıllarda orta halli bir köylüye para girdisi fazla ve çıktısı azdı. Artık parası kalmakta idi, bu para ile de ya tarla yada küçük veya büyükbaş hayvan alırdı. Bizim bu yıllarda Bulcuk köyünden, bulcukların tarlası, Mahmuthisar’lı birisinden Pabuçcu tarlası ve Ilgın yolu üzerinde İğdeler mevkiinde bulunan Kolsuzun tarlası Ilgında yerleşik birisinden satın alınmıştır.

 2000 li yıllarda Eldeş Köyünde sosyal hayat Türkiye’deki genel değişimin, çağın iletişim araçlarının ve ulaşımın kolay olmasının etkisiyle 1950 lı ve 1960 lı yıllardan çok farklıdır. O yıllarda kapalı bir toplum olan kırsal kesim şimdi değişime ayak uydurmaktadır. Ancak bu bölgede gelişme hızlı bir şekilde olmamıştır. Sadece Ilgın Şeker Fabrikasının 1980 li yıllarda kurulmasından sonra bir gelişme olmuş ancak yerel sanayileşmenin etkisi çok büyük olmamıştır. Köylerde yaşayanların çoğu, Ilgın ve Konya’ya giderken bir kısmı eğitim ve iş bulma maksadıyla İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlere gitmiştir. Miras yolu ile araziler parçalanmış ve toplu arazi hemen hemen hiç kalmamıştır. Bu yüzdende çiftçilik oldukça zorlaşmıştır. Mesela ben İlk Okulu 1961 yılında Köyümde bitirdim ve eğitim için İstanbul’a geldim ve eğitimim tamamladıktan sonra bölgeme tekrar dönmedim. Çünkü bölgede yapabileceğim beni meşgul edecek seviyede iş yoktu.
Günümüzde Ilgın ve çevresindeki sürdürülebilir ekonomi ağırlıklı olarak tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Sanayileşme, turizm, eğitim ve diğer sektörler ikinci ve daha sonraki derecelerde görülmektedir. Bölgenin hızlı değişimi ve kalkınması aşağıdaki projelerin gündeme alınması ve uygulanması ile mümkün olabilecektir. Bu projeler;
Ilgın ve Çevresinde ağırlıklı olarak uğraş alanı ve alışık olunan iş ve meslek tarım ve hayvancılıktır. Bu bakımdan çağımızın tarımda yeni açılımı organik tarımdır. Ilgın ve Çevresinde “Organik Tarım”a geçilmesi önemli bir projedir. Çevre zaten tarımla uğraşmaktadır, 1950 li ve 1960 lı yıllarda bilinçsizce yapılan organik tarım, günümüzde bilimsel yapılması ve yaygınlaştırılması bölge kalkınması için çok önem arzetmektedir.

 Bölgede hayvancılık da çok önemli hale getirmiştir. Çünkü yıllardır, bölgenin en büyük hayvan pazarı Ilgın’da kurulmaktadır. Hayvancılık bölge insanının senelerdir uğraştığı ve alışık olduğu bir alan olmasından dolayı, hayvancılığın geliştirilmesi ve iyileştirilmesi sürecinde çok büyük zorluklarla karşılaşılmayacaktır. Bu bakımdan bölgede “Organize Besi Sanayi Bölgesi”nin kurulması ve sadece besi hayvancılığı değil aynı zamanda “Organik Besi Hayvancılığı” da yapılabilecektir. Yine bu Organize Sanayi Bölgesinde “Et ve Süt Ürünleri İşleme Entegre Tesisleri” nin kurulması bölgenin kalkınması için en önemli projelerden birisidir.
Ilgın kaplıcaları tarihi önemi olan bir kaplıcadır. Hem Evliya Çelebi gibi tarihçilerin bahsettiği ve hem de Mevlana gibi dini liderlerin özenle bildirdikleri kaplıcalar, turizm açılımı için önem arzetmektedir. Mevcut kaplıca tesislerinin hitap ettiği bölgesel müşterilerin yanında ulusal ve uluslararası müşterilere ve turizm sektörüne hitap edecek beş yıldızlı “Termal Tesisler” bölge kalkınmasına önemli katkı sağlayacaktır.
Konya Selçuk Üniversitesine yakın olması nedeni ile Ilgın’da, “Veterinerlik Fakültesi”, “Ziraat Fakültesi”, “Eğitim Fakültesi” ve Ilgın Kaplıcalarına dayalı “Sağlık Fakültesi” gibi eğitim kurumlarını içine alan bir kampus olmalıdır. Yukarıda belirtilen projelerin uygulanması ile Ilgın ve Çevresi kalkınacak, bölge insanının sosyal ve ekonomik açıdan gelişmesi sağlanabilecektir. Bu bakımdan yerel yöneticilerin, yerel politikacıların ve bölgesel etkinliği yüksek olan kişilerin bu projelerin uygulanması ve hayata geçirilmesi için katkı sağlamaları, hem bölge insanı ve hem de Türkiye için önem arzetmektedir.
 
 Prof. Dr. Necdet Aral
 Hocamıza gönülden teşekkür eder, Allah C.C. rahmet eylesin. Mekan cennet olsun.
İstanbul 16.04.2006
Derleyen: Beytullah YILDIRIM
Bu Makale: Eldesnet tarafından 04.08.2010 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu Makaleyi Pdf Olarak İndirmek için BURAYA tıklatınız.

 Eldeş'te Kurban Bayramı 04.08.2010 Eldeşli Prof. Dr. Necdet ARAL
 25 Aralık 1974, Eldeş Köyü, Saat 12:25 solgun güneş ışıkları güney penceresinden odanın içine doluyor. Çokluğunu ifade edercesine şırıl şırıl kulağa gelen su sesi, bu mevsimde derenin suyunun çoğaldığını söylüyor. Arada sırada yükselen kuş sesleri, horoz ve köpek sesleri sanki birbiriyle yarış edercesine peşi sıra ta uzaktan yükseliyor. Olgun edasıyla kış güneşinin vurduğu karın altında yatan köy evlerinden yükselen dumandan mada doğallığı bozan hiçbir şeye rastlanmıyor. Arada sırada duyulan motor sesleri insana; şehri köye bağlayan yolda, sılayı gurbete, gurbeti sılaya bağlayan insanların bayram sevinciyle taşındığını hatırlatıyor…
 Bugün ikinci Bayram günü, Kurban Bayramı. Büyük bir ağırlığıyla çöken şu kışın altında, kimileri kurban etleri ile uğraşırken kimileride gurbetçilerini ağırlama telaşı ile dönüp duruyor. Kimileride gurbetçilerini beklemekte, gelmeyeceklerini bile bile kendilerini avutmakta, insanın gözü önünden geçen sinema şeridi gibi Arife ve Bayram günlerini anlatmak istiyorum.
 İşte Arife günü; ikindi ezanı okunuyor, köyün bütün erkekleri cemaatle ikindi namazını kıldıktan sonra birlikte kabir ziyaretine gitmek için hazırlanmışlar. İkindi namazından sonra iki caminin cemaati de Ilgın’dan gelen yolun üzerinde, köyün giriş kısmında bulunan mezarlıkta toplanmış, günün çoğu gitmiş azı kalmış, güneş karşı dağların ardında batacağı yere gözünü dikmiş gerisindeki akşamın karanlığını çağırıyor. Yükselen Kur’an sesi ziyaretçilerin kalbini burkuyor, gözlerini bir noktaya dikmişler sanki şu kısa anda dünya ve ahiret birlikte gözlerimizin önünde geçercesine, dünyanın boşluğunu görürcesine, ahiretin varlığına inanırcasına, mahzun bir şekilde iki ayakları üzerine çökmüş ruhu başka bir alemde içi boş bir insan kalıbı topluluğunu andıran insanlar. Bilmeyerekte olsa varlığını ona borçlu olduğu, dünya O’nun için yaratıldığını iki dudağımın arasından çıkan ilahi kelamla ifade eden köy imamının Fatiha’sıyla kendine gelen topluluk, geçmişlerinin mezarını bulmakla meşgul, sanki her mezar taşının etrafına toplanmış bir gurup insan ta içerden samimi bir şekilde ettikleri dualarla günahlarını affettireceklercesine ve sevabına inanmışçasına bir vakarlık içerisinde bembeyaz yatan karın altında toprağı ve onun altıdaki yakınını düşünüyor. Güneşin batmasına bir kavak boyu kalmış, güneş Bulcuk Köyü yönünden akşamın karanlığını çağırıyor. Ziyaretçiler birer ikişer mezarlıktan çıkarak evlerine dönüyorlar.
 Eldeş evleri, iki katlı kerpiçten yapılmış düz damlı bahçeli evlerdir. Giriş katında hayat, sarpın, ahır ve samanlık bulunur, ikinci katta, oturma ve yatma odaları, mutfak olarak da kullanılan kayıt odası ve çardak bulunur. Giriş kattaki Hayat’ta bulunan ahşap merdivenlerle ikinci katın Çardak’ına çıkılır. Oda kapıları çardak’a açılır. Ayrıca Çardak’tan bir kapı ile birinci kat damına ve oradan da ahşap merdivenle ikinci kat damına çıkılır. Evin girişi yola, arkası da bahçeye bakar. Bahçelerde yaz mevsiminde evin ihtiyacı olan sebze ve meyve yetiştirilir.
 Arife Günü Akşamları, bayramın karşılayıcısı silah sesleri gecenin ikinci yarısı başlar. Adet haline getirilmiş bu silah ve tabanca patlatma işi köy halkını uyandırmak için yapılır. Aradan bir müddet geçtikten sonra Eldeş köyünün iki camisinden sabah ezanı sesleri yükselir. Bayram günü köyde bulunan erkelerin hepsi sabah namazını camide kılar, sabah namazı ile bayram namazı arasındaki sürede camide bekleyerek Kur’an ve vaaz dinlerler. Sonra bayram namazı kılınır.
 Sabah Ezanı seslerinden biraz sonra, ortalık aydınlanmaya yön tuttuğu bir anda bayramlık elbiselerini giyinen erkek çocukları ve peşlerinden de kız çocukları köyün güney tarafı olan üst başından (kıble tarafından), Haceli’nin Mustafa’nın evinden başlayarak “Bişi” denilen; kaba şeker, kabuklu yer fıstığı, kuru üzüm, iğde gibi yerli malı yiyecekleri toplarlar. Köyde sıra ile her eve uğranır, çocuklar evin önünde içeri girmeden bekler, erkekler camide oldukları için evde bulunan en yaşlı hanım dağıttığı bişi’leri ya ikinci kattan aşağı serper, yada giriş kapsı önünde dikilerek her çocuğun eline ayrı ayrı verir. Çocuklar, topladığı bişi’leri ceplerine veya bir torbaya koyarak evlerine dönerler. Çocukların köydeki evleri tek tek dolaşarak bişi toplamayı bitirmesiyle, Camilerdeki Bayram namazının bitişi aynı anda olur. Sabah ezanından Bayram namazının bitişine kadar, kadın, erkek ve çocuklarda dahil tüm köy halkı meşguldür. Bu arada evde kalan kadınlar veya evin büyük kızları Köy Odası’na götürülmek üzere sofra hazırlarlar.
 Bayram gecesi ev halkından kadınlar, kız ve erkek çocukları ellerine kına yakınırlar, özellikle çocuklar kına yakınmayı çok severler.
Evin yaşlı erkekleri Bayram namazından çıktıktan sonra her mahallede bulunan köy odalarına giderler. Varsa evin diğer erkekleri de evde hazırlanmış sofrayı yani bakır sini üzerine tabaklara konan yemekleri odaya getirirler. Mahallenin erkekleri ve erkek çocukları “Bayram Yemeği” tabir edilen yemekleri Köy Odasında birlikte yerler. Kadınlar ve kız çocukları da evde yerler. Bayram günleri sabah kahvaltısı yoktur.
Oda da yenen toplu yemekler en azından iki yer sofrası olur. Birisi yaşlılar diğeri de çocuklar içindir. Orta yaşlılar bir sofra oluşturacak sayı da ise onlara da ayrı bir sofra kurulur veya çocuklarla birlikte otururlar.
Her hane yapabildikleri en güzel yemekleri hazırlar ve bayram sofrasına gönderir. Hatta kadınları en güzel yemeklerini bayram sofrasına koymak için yarış halindedirler. Odaya gönderilen sini üzerinde tabaklara konmuş üç veya dört çeşit yemek olur. Bayram sofrası yemekleri; çorba, dolma (sarma bağ yaprağı veya lahanadan) yumurta haşlamasının dilim dilim tabağa dizilmesi ile oluşturulan bir tip yemek, kurutulmuş domatesten yapılan mıkla, tavuk, köfte ve çeşitli et yemekleri, baklava, börek, helva, kuru incir ve kuru üzüm tatlısı, reçel, pancar pekmezi, dahan (pekmez veya şeker konmuş tahin) ve köpük tabir edilen tatlı türleri, sütlü ve yoğurt’tur. Beraberce yemek yenilirken orta yaşlı birisi her iki sofraya da sıra ile yemek dağıtır. Bizim bulunduğumuz oda da arap Osman’ın oğlu Seyit Karataş ile Onbaşı’nın oğlu Mehmet Karataş (Kel Mehmet) tı, Yemek dağıtıcıları yemekleri seçerek en güzellerini öncelikle yaşlıların sofrasına verir.Yemek bittikten sonra topluca sofra duası yapılır.
Çocuklar yaşlıların elini öper, daha sonra yemek dağıtıcı “Oda Şekeri” tabir edilen ve her hane tarafından bir tabak içinde yemeklerle ile birlikte odaya getirilen beyaz kaba şekerlerden odada bulunan herkese ikram edilir. Gün boyu diğer mahallelerden bayramlaşmaya gelen köy gençlerine de bu şekerlerden ikram edilir. Yemek yendikten sonra gençler odada bulunan yaşlılarla bayramlaşarak ayrılırlar ve başka odalara bayramlaşmaya giderler. Yaşlılar, bir müddet oturduktan sonra kurban kesmek üzere dağılırlar. Köyde her hane, evinde yetiştirdiği koyun veya keçiden bir tanesini kurban olarak keser, ancak çok fakir olursa ve evinde yetiştirdiği davarı arsında kurban keseceği yoksa kesmez. Kurban kesenler kesmeyenlere birer parça et dağıtırlar. Fakat köyde kurban kesmeyen çok azdır. Ramazan bayramından farklı olarak Kurban Bayramının özelliği sadece kurban kesilmesidir. Büyüklerden başlamak üzere, bayram akşamları ve diğer günler, akrabalar ziyaret edilir. Her bayramlaşmaya gittiğiniz yerde sofra konur ve ziyaretçiler böyle hoşnut edilir.
Eldeş Köyü’nde 1960 lı ve 1970 yılların Ramazan ve Kurban Bayramları böyle geçerdi.
 
 Prof. Dr. Necdet Aral
 Hocamıza gönülden teşekkür eder, Allah C.C. rahmet eylesin. Mekan cennet olsun.
İstanbul 04.08.2010
Derleyen: Beytullah YILDIRIM
Bu Makale: Eldesnet tarafından 04.08.2010 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu Makaleyi Pdf Olarak İndirmek için BURAYA tıklatınız.

 Ilgın Organik Tarım 18.03.2005 Eldeşli Prof. Dr. Necdet ARAL
 Organik Tarım, Ekolojik Tarım, Doğal Tarım, gibi kavramlar yeni geliştirilmiş terimlerdir. Organik diye nitelenmesinden maksat tarımsal faaliyetler sırasında ve elde edilen ürünlerden doğaya, canlılara ve tüketicilere zarar verilmemesindendir.
 23-27 Şubat tarihleri arasında Almanya’nın Nürnberg şehrinde Dünyanın en büyük Organik Tarım ürünleri Fuarı (BioFach 2005) gerçekleştirildi. Bu fuarı organize eden IFOM (International Federation Of Organic Agricultural Movements) kuruluşudur. IFOM organik tarım faaliyetinde bulunan araştırma enstitülerine, sivil toplum örgütleri ve organik ürün ticareti yapan şirketlerin birbirleri ile iletişimini ve bilgi aktarımını sağlamaktadır. BioFach 2005 fuarında 69 Ülkeden 2000 yakın firma stant açmıştır. Türkiye’den de 17 firma katılmıştır. Bu yıl fuara 200 ün üzerinde yeni organik ürün girmiştir.
 Biofach 2005 Katalogunda fuarda bulunabilecek organik ürün şöyle tanımlamaktadır: “Fuarda sergilenen bütün ürünler genetiği modifiye edilmemiş, ve toprağında, ekimi, hazırlanma sırsında radyoaktif ve radyasyon maddelerinin karışmadığı, tüketici sağlığını ve çevreyi olumsuz etkileyecek herhangi bir zararlı madde içermeyen ve halojen bileşikler, formaldehitlerin, bakalit ve PVC türevlerin karışmadığı ekolojik güvensizliğin olmadığı çevre dostu yöntemlerle ve son teknoloji kullanılarak yapılan tarımsal üretim, işleme ve paketlemeden geçmiş ürün” olarak tanımlanmaktadır.
 Organik tarım ürünü, sertifikalı üründür. Tohumundan, toprağına, büyüme sürecinden hasadına, işlenmesinden, paketlenmesine kadar tüm safhaları denetim altında yapılmış ve sertifikalandırılmış olması gereken üründür. Sertifikası olmayan ürünlerin uluslar arası pazarda satışı söz konusu değildir. Bu bakımdan Organik ürünle klasik olarak üretilen ürün arasında uluslar arsı pazarlarda 1,5-3 kat fazla fiyat farkı bulunmaktadır. Hatta aynı organik ürünün ülkeden ülkeye fiyatları değişmektedir.
 Dünyada organik tarım hareketleri, 1950’li yıllarda, Türkiye’de ise 1980’li yıllarda başlamıştır. Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde diğer bölgelere göre Organik Tarım faaliyetleri daha önde bulunmaktadır. “Organik Tarım Kanunu” 1 Aralık 2004 tarihinde de Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmiştir.
 2004 yılında yurt dışına satılan organik ürünlerin bazıları şöyledir. En çok, Almanya, Hollanda, Belçika, Birleşik Arap Emirlikleri, İsviçre ve Amerika olmak üzere 33 milyon dolarlık satış gerçekleştirilmiştir. Ürün olarak ise, kuru üzüm, kuru incir, mercimek, nohut, fasulye, elma suları, kurutulmuş meyveler, bal, fındık, dondurulmuş sebze ve meyve, pamuk elyafı ve doğal bitkilerdir.
 Ilgın ve çevresinde, ağırlıklı olarak mercimek, fasulye, nohut, kurutulmuş erik, elma, armut, çeşitli doğal bitkiler organik olarak üretilerek hemen hazır olan uluslar arası pazarda yer alabilir.
 Ilgın ve çevresinde çiftçilerin bir kısmı organik tarıma geçerse devlet tarafından haşhaş ve pancar ekimine konan kotadan ileri gelen kazanç kayıpları geri alınabilecektir. Hatta organik tarım yapan çiftçilere devlet desteği verileceği çeşitli çevrelerde konuşulmaktadır.
 Ayrıca Ilgın, Türkiye içinde organik tarım ürünleri ve yemekleri, kaplıcası, havası, suyu ve doğal güzellikleri ile bir “Marka” ve bir “Organik Ürün Cazibe Merkezi” haline gelebilir. Buda, Ilgın ve çevresinde yaşayan insanımızın üstün gayreti, çalışması ve ileri görüşlülüğü ile mümkün olacaktır.
 Prof. Dr. Necdet Aral
 Hocamıza gönülden teşekkür eder, Allah C.C. rahmet eylesin. Mekan cennet olsun.
İstanbul 18.03.2005
Derleyen: Beytullah YILDIRIM
Bu Makale: Eldesnet tarafından 04.08.2010 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu Makaleyi Pdf Olarak İndirmek için BURAYA tıklatınız.

 Özgür Düşünmek 04.08.2010 Eldeşli Prof. Dr. Necdet ARAL
 Değişim, öncelikle teknolojik alanda, sonra sırasıyla ekonomik, demografik ve kültürel alanlarda meydana gelmektedir. Globalleşen dünyada kültürel değişim, değişimler arasında en düşük hıza sahiptir. Her meslekten iş sahipleri yeni uzay teknolojilerinden yararlanmalı, bunlar kullanılır hale getirilmelidir. Yeniliklerle beraber yaşamak için özgür düşünmek gerekmektedir.
 Öğretmenler, "çağımızdaki hızlı değişimi kavrayabilmek ve gelecek yüzyıla güvenli bir şekilde girebilmek için eğitim şekli nasıl olmalıdır?" sorusuna verdikleri cevap, idarecilerimizin talimatlarını bekliyoruz, olmaktadır. İarecilerin verdiği cevap ise üst düzey yöneticilerin konu ile ilgili çalışmalar yaptıklarını, uygulamaya geçildiğinde bilgileneceklerini ve ondan sonra anlamaya çalışacaklarını söylemektedir. Eğitim kurumlarında öğretmen olarak çalışanlar, yani işin sahipleri, konu hakkında düşünseler de düşüncelerini ifade edemiyorlar, düşündüklerini işlerine dahil edemiyorlar.
 Sanayi devriminden bu yana benzeri görülmedik derinlik ve genişlikte değişim yaşanmaktadır. Bu değişimin özümlendiği ülkeler, topluluklar olabilir. Ancak ülkemizde yöneticisiyle, yönetilenleriyle insanlarımızın bu değişimi özümlediğini söylemek mümkün değildir. Çünkü merkezi yönetim, konu ile ilgili uyuşum politikaları geliştirmeyip işi akışına bırakmaktadır.

 YENİLİKLER
 Teknolojik değişimlerle siber çağa girmiş bulunuyoruz. Elektronik ve bilgisayar teknolojisiyle insan yarı makine haline gelmiş bulunmaktadır. Çok çeşitli siborglar kalp pillerine, işitme cihazlarına, diyaliz aletlerine, uçaklara, otobüs ve otomobillere takılarak yaygın halde kullanılmaktadır. İnsanların beyni dışında tüm vücut parçaları için yerine ikame edilebilir protezler üretilmektedir. Kütüphanelerdeki kartoteksleri kullanarak kitap bulma, hatta kütüphaneye gitme işi tarihe karışıyor.
 İnternette web sayfaları yazılı haberleşme konusunda sınır tanımamaktadır. Bankalar otomatik makinelerden bankamatiklerle para çekme yerine vezneden para çekenlerden ilave ücret talep edecek duruma gelmiştir. Gelecekte ve kapıları ses ya da parmak izi kullanılarak açılabilecektir. Elektronik gözlüklerle gündüz ve gece mükemmel görüş sağlanabilecektir. Halihazırda otomobil motoru da uzaktan kumanda ile otomatik çalıştırılır hale gelecektir. Otomobillerin ön camına sadece sürücünün görebileceği güzergahı gösteren saydam harita yerleştirilebilecektir. Otomobil bilgisayarına adres verilerek trafiği en az ve en kısa yol takip edilerek istene yere sürücüsüz olarak gidilebilecek, böylece otomatik taksiler yaygınlaşacaktır.
 Cep telefonları sahibinin sesini tanıyacak, bilgisayarlar şimdikinin birkaç katı daha hızla çalışabilecektir. Hız sınırı düşünme sınırına ulaşabilecektir. Şehir içinde, kaldırımların kenarına yerleştirilecek hareketli bantlarla yayalar saatte 40 km.ye kadar hızla taşınabilecektir.

 AKILLI ÇALIŞMA PLANLARI
 Bilgisayar teknolojisi büro çalışma alışkanlıklarını değiştirmiştir. Günlük çalışma süresini 8 saatten 16 saate çıkarmıştır. Büroda çalışma yerine evde, seyahatte, tatilde çalışma imkanları getirmiştir. Buna akıllı çalışma denilmektedir. Yüksek düzeyde iletişim ve elektronik bilgiye sahip bedensel engelli bir çalışan sağlam çalışana göre daha çok üretebilmektedir. Yetişkinlere göre çocuklar ve gençler bilgisayar kullanmayı ve internetten yararlanmayı daha kolay öğrenmektedirler. Günümüzde, çalışma hayatında beyinsel çalışma oranı %80'e yükselmiş, bedensel çalışma oranı %20'ye inmiştir.

 DEĞİŞİM
 Bu derinlik ve boyutta ekonomik ve teknolojik değişim tarihin hiçbir döneminde gerçekleşmemiştir. Avlanmadan tarım toplumuna ve devamında endüstriyel kentsel topluma geçiş süreci çok uzun yıllar almıştır. Şimdi ise gen yönlendirmesi ve elektronik hız çağı ile global bir dünya meydana gelmiştir. Bu hızlı çağ, uyuşturucu kullanımı, cinayet ve intiharlardaki hızlı artışı, aile içi şiddeti, çocuk ve kadın istismarını beraberinde getirmiştir. Ayrıca toplumun eski inançlarını yitirmesine, kendilerine yabancılaşmaya, depresyon ve tükenmeye yol açmıştır. Bugün şehirlerde yaşayanların çoğu 19. yüzyılda topraklarını terkederek göçeden köylülerin yaşadığı kontrol kaybı duygusuna kapılmış ve nostalji içinde bulunmaktadır. Daha basit bir yaşam zamanın özlemini duyuyor.
 İşgücüne artan sayıda kadın ve çocuklar katılmaktadır. Farklı kültür, farklı ırk, bölgesel ve etnik farklılıkları bir arada barındıracak bir yönetim biçimi geliştirmelidir. Önyargı, bencil davranışlar ve ideolojik devlet anlayışı eskide kalmış gerici bir anlam taşımaktadır. Mevcut bilgi birikimlerine bağımlı kararlar oluşturmak, sahayı daraltmakta, kurum ve kuruluşları küçültmektedir.
Kültür, tüm toplulukların örgütlenmesinde kolaylık sağlayan ilkeler içermektedir. İnsanların kim olduğunu düşündüğünde aklına gelen kavramdır. Ancak Kültürel farklılıklar toplumların aralarında mesafeler oluşturmaktadır. Büyük toplumları bölmektedir. Toplumların problemlerinin çözümünde yardımcı araç olma yerine seçilmiş insanlar ya da üstün ırk anlayışı gibi kavramlar zamanla kendisi problem olarak ortaya çıkmaktadır. Kültürel gelenekler, dini inançlardaki sapmalar ve hurafeler, değişimin önündeki engellerdir. Bunlar değişimden sonraki hayat içinde de kendilerine yer bulabilmektedirler.

 GELECEK ZAMAN
 Gelecekle ilgili çalışmalarımızda çeşitli becerilerle donatılmamız gerekmektedir. Kültürel birikim, esneklik, zeka, heyecan ve hırs, mevcut kalpları anlamak, perspektif, global değerler ve vizyon bu beceriler arasında olmalıdır. Bu becerilerden vazgeçilmez olanı değişimi anlama ve uyum sağlama görevidir.
İletişim çağında değişime karşı koymak oldukça zordur. Değişimde gerekli olan yeni bir zihniyettir. Değişime ahlaki değerleri yitirmeden uyum sağlamak zorundayız. Değişim, teknolojik ve bilimsel yeniliklerden kaynaklanmaktadır. Değişim, bir aile içinde değil büyük bir köy olma yoluna girmiş dünya içinde gerçekleşmektedir. Geriye dönülmemekte ve aynı yerde de durulmaktadır. Çocuklarımıza temel ahlaki değerler de dahil olmak üzere zekalarını geliştirmeyi, işbirliği yapmayı, yeni tarzlarda düşünmeyi ve gelecek zamanda düşünmeyi öğretmeliyiz. Teknolojik, ekonomik ve kültürel değişim dalgalarının hayatımızı, işimizi, işletmelerimizi ve şirketlerin ulusal ve uluslar arası pazardaki konumunu nasıl etkileyeceğini belirleyerek gerekli önlemler alınmalıdır. Kısacası geleceğin neye benzeyeceğini bilmemiz gerekir. Ya da gelişmeleri yönlendirerek geleceği kontrol altına almak ve gelecek için bir model oluşturmak zorundayız.
Günümüzde bürokratik cumhuriyetten, demokratik cumhuriyete dönüşüm ancak teknolojik yenilikler ve yeni değişim anlayışıyla gerçekleştirilecektir. Ancak cumhuriyet yönetiminde zaman zaman oluşan oligarşik adalar için yasal düzenlemeler yeterli değildir. Oligarşik ada oluşturanlar doğurdukları problemlerden dolayı hesap vermek zorundadırlar.
Geleceğin çok sayıdaki yeni olaylarına uyum sağlayamayanlar geride kalacaklardır. Eskiden bilgelik krallara, büyücülere, kahinlere aitti, bugün ise özgür düşünmeye bağlıdır. Dünyadaki hayat özgür düşünceye dayalı kontrollü değişimle daha da iyileşecektir.
 
 Prof. Dr. Necdet Aral
 Hocamıza gönülden teşekkür eder, Allah C.C. rahmet eylesin. Mekan cennet olsun.
İstanbul 04.08.2010
Derleyen: Beytullah YILDIRIM
Bu Makale: Eldesnet tarafından 04.08.2010 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu Makaleyi Pdf Olarak İndirmek için BURAYA tıklatınız.
Faydalı olması temennsi ile.

 

  FOTOĞRAFLAR

 

 Görüntüler
     
 Fotoğrafları daha büyük görebilmek için üzerine tıklayınız.

  ELDESNET KURULUŞ: 1997

Her hakkı ELDESNET'e aittir. Kesinlikle izin almadan kısmen veya tamamen kopyalanamaz ve yayınlanamaz.
E-Posta: Tasarımcı ve Yayıncı: Beytullah YILDIRIM
ELDESNET © 1997 - 2020

Eldesnet Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın.
 
   
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol