Eldesnet Eldeş Köyü
Konya Ilgın Eldeş Köyü Eldesnet

eldeslibekirkaplanhakkinda

 

  ELDEŞLİLER

 

 Eldeşli Emekli Müftü Bekir KAPLAN
Türkiye  Eldeşli Emekli Müftü Bekir Kaplan Hocamız Kimdir Hakkında Kısa Bilgi.
 Bu sayfalarda yer almasını istediklerinizi e-mail ile gönderebilirsiniz.

 

 

 MAKALE

 

 Emekli Müftü Bekir Kaplan Hakkında
Eldeşli Bekir Kaplan   Bekir KAPLAN, 1954 Yılında Konya İli Ilgın İlçesi Eldes Köyü'nde doğdu. İlkokulu Eldeş köyünde okuduktan sonra 1965-1969 yılları arasında İstanbul'da Kur'an-ı Kerim ve Arapça tahsili yaptı.
 1969-1970 Eğitim-Öğretim yılı Konya Doğanhisar İmam-Hatip Lisesi'ne kaydolarak 4 yıllık öğreniminin Diyanet İşleri Başkanlığı bursu ile tamamladı.
 1976-1977 Eğitim-Öğretim döneminde Konya Yüksek İslam Enstitüsüne kaydolarak 1979-1980 döneminde Tefsir - Hadis Bölümünden mezun oldu.
 1980 Yılında Malatya - Hekimhan, sonra Sarayönü, Yalvaç, Milas, Bodrum ilçelerinde Müftülük yaptı. Eldeşli Bekir Kaplan
 2001-2005 yılları arasında Ukrayna'da (Kırım Özerk Cumhuriyeti) Diyanet İşleri Başkanlığı Koordinatörü olarak çalıştı.
 2005 Yılı Yurtdışı görev dönüşü Konya İli Hadim İlçe Müftüsü olarak atandı.
 Ağustos 2008 de Mersin ili Silifke Müftüsü olarak görev yaptı.
 Son olarak Adana, Sarıçam müftüsü olarak yapmış olduğu görevden 65 yaşını doldurarak 2019 Yılında emekliye ayrılmıştır.
 Evli beş çocuk babasıdır. Arapça, İngilizce ve Rusça dillerini bilmektedir. Emeklilik hayatını Konya'da sürdürmektedir. Allah C.C. Hayırlı ömür, sıhhat ve afiyetler versin. Eldeşli Bekir Kaplan
 Kıymetli Eldeşli hemşerimiz Emekli Müftü Bekir KAPLAN hocamız Eldeş köyünün iftihar ettiği, yetişmiş değerli bir evladıdır. Bekir Hocamıza Eldesnet olarak başarılar diler, web sitemiz Eldesnet'e makaleleri ile yapmış olduğu kıymetli katkılarından dolayı teşekkür ederiz.
Bekir KAPLAN  MAKALELER
  Bekir Kaplan Hakkında 04.09.2010
  İlahi Güveni Kazanmak 28.01.2020
  Kur'an-ı Hayatımızda Yaşayabiliyormuyuz? 18.02.2020
  Sözün Kıymetini Bilmek Gerek 16.03.2020
  Yemek İçin Yaşamamalı Yaşamak İçin Yemeliyiz 14.04.2020
  Şirk ve İsyanın Sonu Tufandır 09.05.2020
  Ramazan Bayramı 21.05.2020
  Temzliğin Önemi ve Sağlığımız 12.06.2020
  Kelime-i Tevhid ve Vahdet 09.07.2020
  Sorumluluk Şuuru/Bilinci Mesuliyetimiz 09.08.2020
  Allahın Rahmetinden Ümit Kesmeyin 05.09.2020

 İLAHİ GÜVENİ KAZANMAK 28.01.2020
Eldeşli Bekir Kaplan   Güven vermek ve güven kazanmak her insana nasib olmamaktadır. İman; kişinin iradesini hakka yönlendirmesiyle beraber, Allah vergisidir.
İnsanın hidayete ermesi Allah'ın izni ve lütfuyla gerçekleşmektedir.
Bizler şu anda mü'min ve müslüman olduğumuzu söyleyebiliyorsak, Allah'ın kalplerimizi hidayetle tezyin etmesindendir. Bu beyanı Hucurat suresindeki ayetten anlıyoruz.
Dinimiz İslam, (Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i rasulüllah) irade eğitimimiz için ilahi emir ve yasaklardan bahsetmektedir.
Din, akıl sahibi insanlar içindir. Aklı olmayanın dini yani sorumluluğu yoktur.
Aklım var iddiasında bulunanların ilk görevi ise, "Lailahe illallah Muhammed'ün rasulüllah" ikrarında bulunarak kalben Allah'ın birliğini doğrulamaktır. İman yani ilahi güven kazanmak, dil ile ikrar değil, kalp itibariyle Allah'a teslim olmaktır. Dil ile ikrar, dünya hayatımızda müslüman muamelesi görmemiz içindir. Bu itibarla Allahü Teala kalbimizde olan teslimiyet ve tasdikimize itibar etmektedir.
Bir Hadis-i Şerifte: "Şüphesiz ki, Allah sizin ne suretlerinize ne de mallarınıza itibar eder, Allah; kalplerinize ve amel-i salihinize (takip ettiğiniz hayat tarzına) itibar eder." buyrulmaktadır.
İmanı olmayanın güven içinde yaşaması mümkün değildir. Böyle bir insan, hayatını sadece dünyadan ibaret sanarak, güvendiği maddeden başkası değildir. Halbuki, ilahi güven içinde olmak için yaratıcıya teslim olmak gerekmektedir. Allah'a iman eden nere de ve nasıl bir halde olursa olsun hürdür. Dünyaya ve maddeye teslim olan ise hiçbir zaman esaretten ve bunalımdan, kaygıdan kurtulamaz.
İman varsa imkan da vardır. "İyyake na’budu ve İyyake nestein" (Ya Rabbi), Ancak sana kulluk ederiz, ve yine ancak senden yardım isteriz diyen bir mümin, güvendedir ve muhatabına güven verir. Ne yazıktır ki, Müslümanım diyen çoğu insanımız,şirkten,riyadan ve kibirden hala kurtulamamışlardır. İman yani İslam, Allah’a ortak koşmanın, büyüklenmenin ve hayatta gösteriş yapmanın zıddıdır. Bir insanda bunlar varsa imandan nasıl söz edilir?
İman ile ilahi güveni kazanmışsak bir de yaratılmışlara karşı güven vermek gerekmektedir. Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi Vesellem), peygamber olmadan evvel "Muhammed'ül Emiin" olarak tanınıyordu. Güvenilir Muhammed. Bunu da putlara kulluk eden müşrikler söylemişti.
Dinimiz İslamda aslolan, kula kulluk değil, Allah'a kulluktur. Kim ki, Allah'a kullukta samimi ise o kimse Allah'ın güveninde sakin bir hayat yaşar. Yoksa o kişinin hayatı kaygıdır, telaş ve korkudur.
Kader ve kazanın sahibi Allah'tır. "Kadere imanı olan kederden emin olur" gerçeğini unutmayalım. Merhum, Mehmet Akif der ki: "iman büyük bir cevherdir, imansız olan kalp sinede yüktür." Sahip olduğumuz cevherin kıymetini bilelim.Çünki, odur bizi cennete koyacak olan nimet.
Sözü uzatmadan, konuyu noktalayacak olursak, iman ve islamımız bizlere ana-ata ve geleneklerimizden miras kalmamalı. Araştırmadan, düşünmeden, bize içinde bulunduğumuz hayattan intikal ettiği şekliyle yaşarsak Kuran ve sünnet-i rasulüllahın terbiyesi dışında kalırız ki, bundan da Allah razı olmaz.
Peki ne yapmalı?
1. Önce kendimizi dikkate alarak düşünmeli, yaratılışımızı okumalıyız. İnsan okunması gereken ve kendisinde alemlerin gizlendiği bir kitaptır.
2. Aklımıza ve kalbimize hitap eden Kur'an-ı Kerim'i anlayarak, düşünerek okumalıyız. Bizlere ne emrediyor ve neleri yasaklıyor diye.
3. Bizi tevhide, cennete ve insanlığa davet eden Rasülüllahı anlayarak okumak ve onun izini takip etmeliyiz.
4. Kainat kitabını okumalı, sahibinin ve idarecisinin kim olduğunu, hiç aksamadan düzenli bir şekilde işlediğini öğrenmeliyiz.
Güven mi istiyoruz, Allah'a kul olalım. Güven mi vermek istiyoruz, önce güvenilir bir insan olmalı, aramızda selamı yaymalıyız.

Bekir Kaplan
Emekli Müftü
Bu Makale: Eldesnet tarafından 28.01.2020 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu makaleyi Pdf dosyası olarak indirmek için BURAYA tıklatınız.
----------

 KUR'AN-I HAYATIMIZDA YAŞAYABİLİYORMUYUZ? 16.02.2020
Eldeşli Bekir Kaplan   Kur'an-ı Kerim Rabbimiz Allah'ın kitabıdır. Bu kitaba "Kelamullah"(Allah'ın sözü) diyoruz. Hz. Muhammed (s.a.v.)'e indirilen ilahi emir, yasak ve haberleri ihtiva eden, akıl sahibi insanları dünya ve ahiret mutluluğuna davet eden kitaba Kur'an-ı Kerim diye inanırız. "Hiç şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlara hidayet rehberidir" diye kabul etmiş ve öylece de iman etmişizdir.
Yakinen şunu iyi biliyoruz ki, kitabımız Kur'an huzur ve sükunumuzun kaynağıdır. Tüm kitapların anasıdır. Bu kitabı okuyup anlamayan bir insan kitap okudum diyemez. Çünki, Peygamberimizin ifadesiyle Kur'an, "geçmişin ve geleceğin habercisi"dir. O, "Oku" emriyle başlamış lakin bizler sadece "lafız itibariyle" okumayı anlamış, hayatımıza çeki düzen veren bir kitap olarak okuyamamışız. Bir ömür hayatımızın ilahi reçetesi olarak değerlendirememişiz. Yüzlerce kitap okuduğunu söyleyen, kayda değer bir üniversite mezunu olan biri TVde "MUSHAF"ın anlamını bilmeyeceğini söylemişti.
Peygamberimizin "sizin en hayırlınız Kur'an-ı öğrenen ve öğreteninizdir."buyruğu yüzünden okuma kabul edilmiş,insanın ahlaki yönüne hitap ettiği düşünülmemiştir.
Halbu ki, Aişe validemiz; Peygamberimizin ahlakı sorulduğunda; "O'nun ahlakı Kur'andı, siz Kur'an okumuyor musunuz" diye cevap vermişti.
Demek ki, biz okuyoruz da bize verilen ilahi mesajların neler olduğu hakkında tefekkür edemiyoruz. "Sizin en hayırlınız kur'an-ı öğrenen ve öğreteninizdir" dediği kimseler arap harflerini biliyorlardı. Burada: "Kur'an-ı öğrenin, öğretin"de hayatınıza çeki düzen verin emri vardır diyemez miyiz? Şirkten ve cahili adetlerden vaz geçin, demek olamaz mı?
Elbette Kur'an-ı dua kasdıyla okumak, hatim yaparak şifa ve huzur beklemek doğrudur. İnsana ibadet sevabı kazandırır. Fakat bu ikinci sıradadır. Birinci sırada; öğrenmek hayatı, öğrendiğimiz helal-haram ve ilahi haberlere göre yaşamaktır.
Şurası muhakkaktır ki, her mü'min Kur'an-ı öğrenmek ve öğretmekle sorumludur. Çün ki, mü'minim diyen herkes kitab-ı ilahiye imanı zorla değil kendi arzusuyla kabul etmiştir.
Hulasa; bugüne kadar Kur'an'a dair öğrendiklerimize, duyduklarımıza bir bakalım. Kur'anın Haram dediklerinin kaçtanesini terk ediyoruz, helal dediklerinin kaçtanesini aksatmadan yapıyoruz? Ğıybet, yalan, aldatma, kibir, alkol, kumar vb. hayatımızdan çıkmış mı?
Allah'a kulluğumuz ne kadar, yoksa nefsimize mi itaat ediyoruz? Namaza dikkatimiz ne derece? Diğer ibadetlerimiz ne alemde? Kur'an'ı ilmi ve fenni yönden ne kadar anlamaya çalışıyoruz? Yalnızlıktan kurtulup huzur bulmak için günde kaç defa Kur'anla beraber oluyoruz? Yoksa bu bizim işimiz değil hocaların işi mi diyoruz.
Kur'an ve Peygamberimizin sahih sünneti (hayatı) bizim dünya ve ahiret hayatımız için huzur ve şifa kaynağıdır.
Kur'an'ı okuyup anlayarak Müslümanlığı kabul eden ğayr-i müslimler yakini imana ve Salih bir amele sahip oluyorlar da, babamız-anamız ve toplumdan miras kalan bir din öğretimi ile Müslümanım diyen bizler Kur'an ve sünnet-i Rasule göre yaşayamıyor, dinimiz ve onun kaynağı kitabın kıymetini bilemiyoruz.
Kur'an ve Peygamberimizin sünnetini öğrenen, öğreten ve öğrendiklerini hayatına yansıtanlara ne mutlu!

Bekir Kaplan
Emekli Müftü
Bu Makale: Eldesnet tarafından 16.02.2020 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu makaleyi Pdf dosyası olarak indirmek için BURAYA tıklatınız.
----------

 SÖZÜN KIYMETİNİ BİLMEK GEREK 15.03.2020
Eldeşli Bekir Kaplan   Ağzımızdan çıkan her kelimeye söz denir. Söz vardır kıymetlidir, söz vardır hiçbir değeri yoktur.
Ağzı olan herkes konuşur amma çoğumuz söylediklerimizi duymayız. Öfke ve neşeli halimizde laf olsun diye olumlu veya olumsuz sözler sarfederiz. Söz gümüşse sükut altındır, demiş atalarımız. Buna göre az konuşup çok sükut etmek gerekir değil mi? Rasulüllah'ın da ahlakı bu değil miydi?
Bir gün hoca Nasruddin'e sormuşlar. Hocam bir insanın kalitesini nasıl biliriz? Hoca cevaben: ”bir insan ki konuşulduğunda iyi bir dinleyici olursa konuştuğunda da konuştuklarını kulağı duyarsa” demiştir.
Peygamberimizden nasihat isteyen bir kimseye Peygamberimiz ”kulil hakka ev liyesmut” (konuştuğun zaman Hakkı söyle yoksa sus” demiştir. Bir başka nasihatında da: ”kul amentü billahi sümme'stekım.” (Allah’a iman ettim de, sonra müstekım (doğru) ol buyurmuştur.
Dareynde sözlerin en güzeli “La ilahe illallah, Muhammed'ün Rasulüllah”dır. Kelimeleri yeni yeni teleffuz etmeye başlayan çocuklarımıza ezberleteceğimiz en güzel söz budur.
İman ile İslam’ı ifade eden sözlerle, inkar ile isyanı ifade eden sözler bir olur mu? Elbette bir değildir. Sözler; ses, mana ve ton itibariyle ya kurşun gibi ya da ipek gibi muhataplarımıza tesir eder. O halde sözlerimiz latif ve hak olmalıdır. Lüzumsuz yere bağırıp çağırarak laubalilik yapmamalıyız.
Muhataplarımız kim olursa olsun mülayim olmalı, gücün değil sözün tesirini kullanmalıyız. Rabbimiz Allah; Musa ile Harun (a.s.)'u Firavuna gönderdiğinde: ”O'na yumuşak söz söyleyin” demşti.
Ağzımızdan çıkan her söz zaptedilmekte olduğuna yakinen iman etmeliyiz. ”İnsan hiçbir söz söylemez ki, onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın” (Kaf suresi: 18)
Hal böyle olunca, ağzımızdan çıkan sözlere dikkat ederek sözün kıymetini müdrik olalım. Şaka da olsa yalan söz sahibini yalancı yapar. Komiklik olsun diye insanları oyalamak, batıl sözlerle onları eğlendirmek, maddi ya da manevi menfaat elde etmek için meddahlık yapmak müslümanın işi değildir.
Bu mevzuda hepimiz sorumluyuz. Hele hele ebeveynler, muallimler, vaizler ve konferans verenler, kitap yazanlar daha dikkatli olmalıdırlar.
Ne anlama geldiği belli olmayan uydurma, batıl, argo, müstehcen ve küfür sözler kullanılmamalı, vebal olduğu unutulmamalıdır. Öğretimde de buna dikkat edilmediği için dilimiz bozuldu. Yeni nesil düzgün konuşamaz hale geldi. Güzel konuşmak bir sanattır. İnsanlar güzel ve doğru konuştukları zaman anlaşır ve bir güç olurlar. Gönüller ısınır, insanlar arasında güven hasıl olur. Münafık ne kadar cazip konuşursa konuşsun yalan olduğu hemen anlaşılır. Sözlerimizin de tadı ve kokusu vardır. Samimi olmayan sözler muhatabını hemen incitir. Hacı Bektaşi Veli: ”incinsen de incitme” diyor. Fakat gönüller o kadar yufka ki, sözün tat ve kokusundan bile inciniyor. Mehmet Akif: ”sözüm doğru olsun da isterse ok gibi olsun” diyor. İlla ki, sözümüz herkes için latif ve doğru olmalı.
Sözün özü; ağzımızdan çıkan kelime ve cümlelere değer verelim. Çünki her sözümüz zaptediliyor, sonuçta hesabını vereceğiz. Hani Yunusun şöyle söylediğini hatırlayalım.

Söz ola kese savaşı / söz ola kestire başı / söz ola ağulu aşı / yağ ile bal eder bir söz.

Bekir Kaplan
Emekli Müftü
15.03.2020
Bu Makale: Eldesnet tarafından 16.03.2020 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu makaleyi Pdf dosyası olarak indirmek için BURAYA tıklatınız.
----------
 YEMEK İÇİN YAŞAMAMALI, YAŞAMAK İÇİN YEMELİYİZ 14.04.2020
Eldeşli Bekir Kaplan   Tabii olarak insanın yemeğe/içmeğe ihtiyacı vardır. Çün ki insan, bedeni olan bir canlıdır. Her insan da bedenen sağlıklı olmak ister. Sağlıklı ve güçlü olmak için de gıdaların helal, duygu/düşüncelerin de Salih olması gerekir. Duygu ve düşüncelerimizin Salahı da ruhumuz (pisikolojimiz) için önemlidir.
Ruhen ve bedenen sağlıklı olmak isteyenin birinci vazifesi, haram olan yiyecek ve içecekleri terk etmektir. Haram olanlar bedenimiz ve ruhumuz için zehir ve derttir. Dinimiz İslam'da israfın her türlüsü haramdır. Daha sağlıklı ve enerjili olayım niyetiyle çok yemek israfdır. Acıkmadan yememek, doymadan yemeği bırakmak peygamberimizin sünnetidir. Sünnet-i Muhammed (s.a.v)'e uyanlara ne mutlu.
Bolluk içinde olan bir insan her şeyim var diye az yemez ve içmezse ne kadar sağlıklı olabilir? Nice kilo problemi olanları biliriz ki, temelinde çok yemek yemeleri vardır. Yemek için yaşamaya odaklandıkları, ve yaşamak için yeme alışkanlıkları olmadığındandır. Ne kadar fazla yersek midemiz o kadar fazla dert üretir. Dertten halas olmak içinse, yaşamak için yemek lazımdır.
Yaşamak için yersek yediklerimiz bizi, ne kadar çok yersek biz yediklerimizi taşımak zorunda kalırız. Umumiyetle üç öğün yemeğe alışmış olan bizler sıhhatimiz ve zihin sağlığımız için öğünün birini hayatınızdan çıkaramadık. Hal bu ki, dinimizde nakdi olarak ödenen keffaretler sabah ve akşam öğünleri için ödenir. Öğlen yoktur.
Çoğumuz sanırız ki, ne kadar güzel ve çekici giyinirsek, çok leziz yemekler yersek zekamız ve sağlığımız o derece iyi olur. Hiç de öyle olmadığı açıktır. Ancak dertlerimiz çoğalmaktadır.
Az ve helal olanları yemek faydalıdır. Sağlığımızın devamını sağlar. Vicdani olgunluk verir. Bir gıda profesörü: ”Bir insan ne kadar az, helal ve temiz yerse zekası fazla çalışır, hatta yüzlerce telefon numarasını hafızasında tutabilir.” demişti. İnsan kıymetli/önemli bir varlıktır. Yemek için değil yaşamak için yemelidir. Hastalıkların pek çoğu çok ve haram yemekten kaynaklanmaktadır. Doktorların hastaya perhiz vermeleri şifa bulmaları için değil midir? Perhiz ise, az ve belli gıdaları almak değil mi? Allah’a kulluğumuzun devamlı olabilmesi için sağlık en başta gelir. Sağlık ise dikkatli beslenmeye bağlıdır.
Yediklerimiz hem enerji verir hem de hararetimizi artırır. Hararetin artması sağlık için faydalı değildir. Bir motorun hararetinin artması sonucu ne büyük zararlar açtığını hepimiz biliriz.
Bu arada temizlik de çok önemlidir. Salgın halinde dünyayı saran Korona-19 temiz olmayı bize ciddi manada hatırlattı. Hamd olsun ki, biz müslümanlar abdest, ğusül ve namaz ibadetleriyle temizliğimize dikkat ediyoruz. W.C.den sonra, yemeklerden önce ve sonra el ve ağızlarımızı sabunla temizliyoruz. Kur'an ve Sünnet-i Muhammed (a s)e uyanlara ne mutlu.
Bir filozof şöyle söyler: ”Az yemek, ilim tahsil etme ve güzel konuşmanın, çok yemek ise cehalet ve rezalet yağmurunun bulutudur." Az yemek gıdasız kalmak değil bilakis kalbi yormamaktır. Harareti artırmamaktır. Ekonomik yükü hafifletmek, mutfak ve WC. Arası gidiş gelişi azaltmaktır. Bu konuda kesin çözüm; Kur'an ve Sünnetin emirlerine-iman ederek-uymaktır.

“Yiyiniz,içiniz israf etmeyiniz;çünkü,Allah israf edenleri sevmez.”(Araf:31) İlahi buyruğa tabi olarak yeme/içme hayatımıza dikkat etmeli, yemek için değil, sağlıklı yaşamak için yemeliyiz.

Bekir Kaplan
Emekli Müftü
14.04.2020
Bu Makale: Eldesnet tarafından 14.04.2020 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu makaleyi Pdf dosyası olarak indirmek için BURAYA tıklatınız.
----------

 ŞİRK VE İSYANIN SONU TUFANDIR 09.05.2020
Eldeşli Bekir Kaplan   Tabii olarak insanın yemeğe/içmeğe ihtiyacı vardır. Çün ki insan, bedeni olan bir canlıdır. Her insan da bedenen sağlıklı olmak ister. Sağlıklı ve güçlü olmak için de gıdaların helal, duygu/düşüncelerin de Salih olması gerekir. Duygu ve düşüncelerimizin Salahı da ruhumuz (pisikolojimiz) için önemlidir.
  Tarihte nice kavimler vardır ki helak olmuşlardır. Kur'an'da anlatıldığı gibi helak olan o kavimlerden biri de Nuh (a.s.)'un kavmidir. Helak sebepleri de Putları Allah'a denk tanımaları yani müşriklik ve Nuh'a inanmamaları idi.
 Lut (a.s.)'un kavmi de eş cinsellikten helak olmuşlardı. Salih (a.s.)'in kavmi ise peygamberlerine itaat etmemeleri sebebiyle helak oldular. Kur'an'da anlatılan peygamber hayatlarını bir okusak daha nice kavimlerin şirk ve isyanları sebebiyle inkar içinde yok olduklarını görürüz. Nuh (a.s.) kavmini TEVHİDE davet etmişti. Şirk ve isyanları sebebiyle istifara, Allah’tan af dilemeye çağırıyordu kavmi de sen de bizim gibi bir insansın, hem şu yanındaki fakir insanlar varken kabul etmeyiz dediler. Nuh (a.s.)'un kavmine: ”Kavmime dedim ki, rabbinizden mağfiret yani af dileyiniz! O, çok bağışlayan bir Allah’tır.” (Nuh:10) dediğini Kur’an’dan öğreniyoruz.
 Nuh (a.s.), gündüz-gece, açık-gizli imana davet ettiyse de kavminin inkarı arttı da arttı. Küfürde derinleştikçe derinleştiler. Kendi arzularıyla tufana davetiye çıkarıyorlardı. Akıllarını bir an vahye teslim edip, peygamberlerine kulak verselerdi tufandan kurtulacaklardı. Amma öyle olmadı. Peygamberi dinlemediler, bildiklerini okudular. Kibirlerini tevazua, nefislerini itaata teslim edemediler. Çünkü onlar nefis ve akıllarını Vedd, Suva, Yeuk gibi putlara teslim etmişlerdi. Putlara istilam ediyor, hediyeler sunuyorlardı. Takip ettikleri bozuk hayat tarzının ve inkar düzeninin yıkılmasını istemiyorlardı. Vahye teslim olup insanca yaşamak onlar için bir kayıptı. Her şeyleri sadece dünya olanlardan başka ne beklenirdi ki? Öylesine bozulmuşlardı ki, Nuh (a.s.) tevhide davet edip, bırakın bu putları dedikçe onlar da: ”Sakının ilahlarınızı ,hele hele Vedd'i, Suva, Yeğus'u (vb.) asla bırakmayın” diyorlardı.(Nuh:23)
 Asırlar sonra insanlar tarafından aynısı yaşanıyor, kıyamete kadar da yaşanacaktır. Dünyada nice batıl inanışlar vardır ki, inkar ve şirki beslemektedir. Avustralya'da Tempıl dedikleri tapınakta insanların Buda putuna tabaklar içinde meyveler ikram ederek secde ettiklerini gözlerimle görmüştüm. Teknoloji, imkan ve nimetlerin artmış olması durumu değiştirmiyor. İlla ki, insanın aklını Hak din İslam’a yani vahye teslim etmesi gerekiyor. Allah'ın elçisine kulak vermek gerekiyor. İşte insan o zaman Kemal’e eriyor. Nuh (a.s.)'un kavmi fasıktı. Yoldan çıkmışlardı. Kur'an'da: ”Onlar fasık bir millettir.” diye haber veriliyor. (Zariyat:46)” Çünkü onlar körleşmiş bir kavim idiler.” (Araf:64)
 Tevhide ve itaata aykırı her ne varsa onlarda aynıyla vardı. Kalpleri kirlenmiş, vicdanları kararmıştı. Şirk ve inkarları devam mı edecekti? Bu sebeple Allah Teâlâ; ”Acıklı bir azap gelmeden önce kavmini uyar.” diye Nuh(a.s.)u gönderdi. (Nuh:1) Kavmin Nuh'a düşmanlıkları o kadar arttı ki, düşmanlıkları öldürmeye kadar vardı. Peygamberimize de aynısı yapılmadı mı? İbrahim (a.s.) için de,kavmi ”O’nu yakın belki o zaman ilahlarınızın öcünü alırsınız” demişlerdi. Şirk ve inkar böyle bir şeydi. Artık tufan yaklaşıyordu. Ancak müminler kurtulmalıydı.O zaman Allah Teâlâ: ”Bizim gözetimimiz ve sana vahyettiğimiz şekilde bir gemi yap.” emrini verdi. Bu sefer alay etmeye başladılar. Ancak tufanda helak olanlar alay edenler oldu. Her zaman olduğu gibi. İlahi davete icabet eden pek az insan oldu. Nuh (a.s.) un oğlu ve karısı da nasipsizlerdendi. Gemiye binemediler. Peygamber eşi ve oğlu da olsa mümin değilse tufanda boğulacaktı. Öyle de oldu. Müminler gemiye binip sahil-i selamete kavuştular. İnkarcılar da cezalarını boğularak buldular. Böylece kıyamete kadar gelecek kavimlere ibret oldular.
 Kur'an'da anlatılan kıssalardan ders alan akıl ve kalplere ne mutlu.

Bekir Kaplan
Emekli Müftü
09.05.2020
Bu Makale: Eldesnet tarafından 09.05.2020 Tarihinde Yayımlanmıştır.
Bu makaleyi Pdf dosyası olarak indirmek için BURAYA tıklatınız.
----------

 RAMAZAN BAYRAMIMIZ MÜBAREK OLSUN 21.05.2020
Eldeşli Bekir Kaplan   Türkçe'de "Bayram"; sevinç ve ferahlık demektir. Arapça'da "IYD" olarak ifade edilir. Iyd, ziyaret demektir. Onun için, Ramazan bayramına "ıyd'ül fıtır, kurban bayramına da "ıyd'ül adha"denir. Hatta, hasta ziyaretine de "ıyd'ül merıız" denmiştir.
  Yani bayram, ziyaret demek oluyor. Müslümanlar olarak ziyaretlerimizi bizzat yapmalıyız. Mümkün değilse-virüsten dolayı mümkün değil-diğer haberleşme yollarını kullanmalıyız.
 Ziyaretler esnasında da İslami usul ve esaslara da dikkat edilmeliyiz.
 Ramazan Bayramı denince akla hemen şeker gelmektedir. Halbu ki, Ramazan'ın şekerle değil oruçla, Kur'an'la, fıtrayla, zekatla ve yardımlaşmayla ilgisi vardır. sohbetlerde bunlar konuşulmalı, orucun maneviyatımıza bıraktığı tesirler dile getirilmeli ziyaretlerde.
 Peygamberimiz (a.s.), hicretle beraber Medine'ye teşrif ettiklerinde halkın yılda iki defa bayram olarak eğlendiklerini görünce yapılanları hoş görmediğinden "Allah bu iki gününüze bedel daha hayırlı iki gün göndermiştir, o günleri bayram olarak değerlendirmeniz daha hayırlıdır" buyurmuştur. (Ebu Davud)
 Bu iki gün, Ramazan ve Kurban Bayramı günleri olarak meşru kılınmıştır.
 Hicri ikinci yıldan bu güne kadar bu iki günü Ramazan ve Kurban Bayramı olarak tebrik eder gelmişiz ki, kıyamete kadar da devam edecektir.
 Ramazan bayramına nefsi fedakarlıklar ve zorluklarla ulaşılmaktadır. Yemek ve içmeyi vb. arzularımızı terk ederek, sıcak soğuk demeden, uzun ve kısa günlerde Allah rızası için ibadet ederiz ki sonunda da ilahi ikram olarak iftar edip bayram yaparız. Bu günlerden haberi olmadan günlerini israf edenler de yok sayılmaz. Onlar da bayrama iştirak ederler. Oruç tutanla tutmayan arasında fark kalmaz. Belki onlar da içten içe pişmanlık duyarlardır. Lakin nefislerinin kötü arzularını bir türlü yenememektedirler.
 Sevinç ve ferah günlerine kavuşan müslümanlar, din kardeşliklerini tazeleyip güçlendirirler. "Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allaha görevinizi hakkıyla yapın ki esirgenesiniz." buyrulmuştur. (Hucurat:10)
 Din kardeşliğimiz ve akraba ilişkilerimizin zirve yaptığı bayram günlerimiz pek önemlidir. Onun için ümmet-i Muhamned olarak birliğimize, dirliğimize dikkat etmeliyiz. Kardeşliğimize zarar verecek olan tefrika ve münakaşalar dan uzak durmalıyız. Kin ve nefretten kurtulmalı, bütün müslümanların ortak noktası olan kelime-i Tevhidde birleşmeliyiz.
 Sadece bayramlarda değil bir ömür İslam esaslarına ve ahlak kurallarına uymalıyız. Cennete ve İlahi rızaya talip olanların vazifesi budur herhalde.
 Nerede o eski Ramazanlar diyerek söze başlayanları duymuşuzdur. Aslında Ramazan'ın eskisi yenisi olmaz. Asırlar önce ne ise şimdi de odur. Değişen insanların zihniyetleridir. Zihniyyet ve inançlar değiştikçe zamanın da değiştiğini sanıyoruz. Geçmişte oruç tutmayanlar açıktan yemezler, kendilerini gizlerlerdi. Kimin oruçsuz olduğu bilinmezdi. Şimdi ise "Allah'ın bildiğini kuldan niye saklayayım, ben Ramazan da açıktan yerim içerim" zihniyetiyle itaatsizlik sergileniyor, buna da kimse bir şey demiyor. Ayıplanma korkusu şimdilerde "karışma kardeşim her koyun kendi bacağından asılır" anlayışıyla oruç tutanlar kendilerini gizler hale geldi nerdeyse. İşte bu, zihniyet değişimi değil mi? Ramazan Bayramı bir, Kurban bayramı dört gündür. Ramazan da değil, arafa günü sadece Kurban Bayramı'nda vardır. Bayram olduğu için bu beş günde de oruç tutulması haramdır.
 Netice itibariyle; bayramların bayram olabilmesi için, hayatımızın günahsız olması gerekiyor. Günahkarsak Tevbe etmeliyiz. Müminler arasında Müslüman olduğumuzu kabul ediyorsak, hata ve günahları Allah'a meydan okurcasına açıktan işlememeye gayret göstermeliyiz. Yanlış anlaşılmasın, açıktan günah işlenmez amma gizli işlenebilir demiyoruz. Her ikisi de yasaklanmıştır. Haramın haramlığına inanarak,günah işlemekle, "neden haram olsun canım deyip" haramı haram kabul etmeden işlemek arasında fark vardır. Allah muhafaza buyursun, bu durum küfür olur. Dünyanın ve İslam aleminin içinde bulunduğu salgın sebebiyle Rabbimiz Allah'tan af dilemeli, af dilemeye bir ömür boyu devam etmeliyiz.
 Bu duygu ve düşüncelerle İslam aleminin Ramazan bayramlarını tebrik eder, bir an evvel salgın belasından kurtulmamızı Cenab-ı Hakk'tan niyaz ederim.

Bekir Kaplan
Emekli Müftü
21.05.2020
Bu Makale: Eldesnet tarafından 21.05.2020 Tarihinde Yayımlanmıştır.
Bu makaleyi Pdf dosyası olarak indirmek için BURAYA tıklatınız.
----------

 TEMİZLİĞİN ÖNEMİ VE SAĞLIĞIMIZ 12.06.2020
Eldeşli Bekir Kaplan  

Hepimizin bildiği gibi İNSAN yaratılış itibariyle mahlukatın efendisidir.İnsanı diğer varlıklardan ayıran en büyük özellik de ruh ve aklıdır.Ruh ve aklını İMAN ile doyurduğu zaman da daha da mükemmel bir canlı olmaktadır. İnsanı insan yapan akıl ve imanıdır. İmanı olmayanın ahiret bakımından bir değeri yokturMümin ise dünyada da ahirette de değerlidir.
 Dünyada hayatımızın kural ve şartlarını koyan Allah’tır. Elbette yaratan yarattığı varlıklar için kural koyma hakkına da sahiptir. Bizlere düşen ise dünya ve ahiret hayatımız için konan kurallara uymaktır. İlahi kuralla ve şartlara uyduğumuz takdirde sağlıklı ve huzurlu olmamız muhakkaktır.
 Bu itibarla insanoğlu sağlığına ve sağlığını temin eden iç ve dış temizliğine dikkat etmesi gerekmektedir. Bu dikkat vazifesi insanın tabiatı gereğidir. ”Aslan yatağından bellidir”ata sözünü hep duyarız. Demek ki, taharet ve nezafet (temizlik) insana yakışan şeydir.
 İnsan doğuştan hürdür. Din ve vicdan hürriyetine sahiptir.Fakat hayatında hürriyeti sınırlıdır. Allah Teâlâ kurallar(haram-helal)koymuştur. Bu onun hürriyetini kısıtlamak değil bilakis insanlığını korumak daha da güçlendirmek içindir. Temizlik ve sağlık kuralları da böyledir.
 Def-i hacetten sonra taharet, namaz için abdest, hükmi pislik olan cenabetten ğusül, suyun bulunmadığı veya kullanma imkanı yokken teyemmüm temizlik kurallarıdır. Su Tahir (temiz) ve mutahhir (temizleyici) dir. Onun içindir ki koronaya karşı ellerin temizliği şart koşuldu. Maske, mesafe ve temizlik esasına dikkat çekilmeye devam ediliyor. Demekk ki dinimiz İslam’ın bize emrettiği abdest,ğusül vb.emirler sağlığımızın vaz geçilmez parçalarıdır.
 Şurası da unutulmamalıdır ki her şeyden önce insan kalbini küfür ve şirkten imanla temizlemelidir. Temizlik;iki çeşittir. RUHİ ve BEDENİ. Ruhen temiz olmayanlar bedenen zararlı hale gelmektedirler. Şehvet ve hırsları sebebiyle dünyayı cehenneme çevirenler imandan yoksun olanlar değil mi? İman kalbi arınmadır. Ecdadımız bu konuya çok önem vermişlerdir. Bunu da şöyle ifade etmişlerdir:
 “Tınetin na pak ise,hayır umma sen germabeden”
 Önce tathir-i kalb eyle sonra pak-ı beden.”
 Yani huyun, ahlakın kötü ise hamamda yıkanmaktan temizlik umma. Önce kalbini temizle sonra bedenini temizle demişler ve bunu da hamamın kapısına asmışlar. Kalbi arınmayı başa koymuşlar.
 Geçmişte olduğu gibi günümüzde de temizliği ekonomik durumlara bağlayanlar vardır. Yani varlıklı temiz ve düzenli olur, fakir olanlar buna dikkat etmezler demek istiyorlar. Halbu ki şanlı tarihimize baktığımızda ecdadımızın, yemekten önce ve sonra el ve ağızlarını su ve sabunla yıkadıklarını, üstü kapaklı leğen ve ibrikle birbirlerine hizmet ettiklerini görürüz. WC.den sonra su ile muhakkak taharet yaptıklarına şahit oluruz. Şimdi ise batıyı,gelişme adına örnek almaya çalışanlar WC. kağıtlarını, ıslak mendiller kullanmaktadırlar. Suyun sağladığı temizliğe değil de çeşitli kimyasallardan mamül deterjanlarla temizlik olmazsa temizlik yapılmadığına inanan bir nesil meydana gelmiştir. İlahi bir ders olarak başımıza gelen korona, bize suyun ve sabunun, abdest ile ğuslün ne kadar önemli olduğunu hatırlatıverdi. Ders alanlara ne mutlu.
 Temizliğe dikkat zenginlik veya şehir hayatı ile alakalı değildir. Nice aileler var ki odalarına ayakkabılarıyla giriyor, tabiatın varlığı olduğu halde köpekleri evlerde besliyorlar. Köyde yaşayan bir müslüman bulgur pilavı ile soğan ekmek yer amma peygamberimize ittiba niyyetiyle yemek öncesi ve sonrası el ve ağzını yıkar. Eski ve yamalı giyer amma sade ve temiz olur. Şimdi bakıyoruz da bir kısım kadın erkek yeni bir giysinin yırtık pırtık halini kullanmakla medeni ve temiz olduğunu sanıyor. Çok yazık!
 Temizlik ve sağlık kuralları noktasında insan başı boş davranamaz. Müslüman kendi sağlığını düşündüğü kadar başkalarının sağlığını da düşünmek zorundadır. Temizliğini hesaba kattığı kadar başkalarının çevresini de kirletmemekle yükümlüdür. Kendi dükkanın önünü,bahçesini temizliğini çöpü umumi yola ve çevreye atıyorsa bu bir sorumsuzluktur. Burnunun ve boğazının temizlenmesini düşünen bir müslüman başkalarını tiksindirecek ve çevreyi kirletecek şekilde balğamını,sümüğünü oraya buraya atmamalıdır. Ecdadımız bu konuda bize yine örnektir. Yollarda kazara böyle bir durum hasıl olmuşsa bir elinde kürek bir elinde kül kovası bulunan görevliler bu kazuratları bertaraf ederlermiş. Biz böyle bir ecdadın ahfadıyız.
 Tabiat aslen temizdir. Tabiatı kirleten, israf eden insanlıkta olgunluğa erişemeyenlerdir. Müslüman Türk örf ve adetlerinde suyu, yeşilliği ve tabiatı korumak vardır. Gel gör ki bu anlayış yerini israf etmeye, kirletmeye ve piknik sonrası çevreyi çöp yığını haline getirmeye bırakmıştır.
 “Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi,
 Olmaya devlet cihanda Bir nefes sıhhat gibi.”
 Artık teknolojinin geliştiği, nimetin artıp imkanların çoğaldığı bir asrı yaşıyoruz. Hala Allah’a şükredip hamd ederek temizliğimize ve sağlığımıza dikkat etmemiz gerekmez mi?
 Tabiat ve insanın dışındaki diğer varlıklar insanoğlunun emrine verilmiştir. İnsan bunları nefsinin arzularına göre değil Allah’ın koyduğu kurallar çerçevesinde kullanmakla yükümlüdür. İnsan fıtraten hürdür. Lakin hayvan bağlıdır. Bunu M. Akif şöyle dile getirir:
 “Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr ü mutlaktır.
 Behaim çıkmaz amma hilkatin sabit hududundan,
 Beşer hala habersiz böyle bir kaydın vücudundan”
 Hasıl-ı kelam temizlik ve sağlık kurallarına uyulmalı. Pislikten hoşlanan şeytanlarla değil temizlikten hoşlanan meleklerle beraber yaşanmalı. Bu arada temizlik hastası olmaktan da Allah’a sığınmalı. Zira hijyen anlayışıyla pisikolojisini bozmuş nice aileler de dağılmıştır. Taharet ve sağlığımız için yegane gözeteceğimiz niyyet de Allah'ın rızası ve peygamberimizin sünneti olmalıdır. Dualarımızda da: “Allahım senden sağlık ve afiyet isterim”şeklindeki peygamber duasına devam etmeliyiz.
 Bekir KAPLAN
 Emekli Müftü
 12.06.2020
Bu Makale: Eldesnet tarafından 12.06.2020 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu makaleyi Pdf dosyası olarak indirmek için BURAYA tıklatınız.

----------

 KELİME-İ TEVHİD VE VAHDET 09.07.2020
Eldeşli Bekir Kaplan  

Kelime-i Tevhid, Allah'ı birleme demektir. ”İyi bilin ki Allah'tan başka İLAH yoktur...”(Muhammed suresi:19) “De ki O (Allah),birdir. ”(İhlas:1) Kuran-ı kerimin pek çok ayetinde Allah (c.c.), kendisini bir ilah olarak tanımamızı haber veriyor. Yani tevhidin zıddı ŞİRKİ (Kendisine ortak veya ortaklar tanımamızı) kabul etmiyor. ”Şüphesiz Allah,kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz.” buyruluyor. Nisa:48
Bilindiği gibi, Allah'a iman yani onun varlığını ve birliğini kabul/tasdik etmek kalb iledir. Kalbin kabul etmediği hatta doğrulamadığı iman sadece ikrarda (sözde) kalır. Özde olmaz. Dil ile ikrarın faydası dünyada iken müslüman muamelesi görmemize yardımcı olur. Onun içindir ki, kalben inkarcı olanlara Kur’an ve hadis-i şeriflerde MÜNAFIK ismi verilmiştir. Öldükten sonra da ahirette münafıkların yerlerinin cehennemin en alt tabakasının olduğu bildirilmiştir. Buna itikadi nifak denir. Bir de ameli (davranış) nifak vardır ki bu sahibini günahkar kılar.
Her şeyden önce kalblerimizi sahih ve sağlam bir iman ile süslemeliyiz ki amel ve ibadetlerimiz kabul görsün. Vücudumuzun merkezi (kalbimiz) şirk ve nifakla kirlenmişse kulluğumuz kabul görür mü? Çoğu insan kalbim temiz iddiasıyla ibadet etmiyor. Kalbin temizliği Tevhid ile olur. O da sahibini Allah'a kulluk etmeye sevk eder. Tevhidimiz bizi namaz ve benzeri kulluk görevlerimize sevk etmiyorsa Cennete nasıl sevk etsin? Geçmişte olduğu gibi bugünde çoğu insan/müslüman sevdiklerini Allah sever gibi sevdiğini söylüyor. Davranışlarıyla da buna işaret ediyor. ”İnsanlar arasında Allah'ı bırakıp da ona ortak koşanlar vardır.Onları Allah severcesine severler...” Bakara:165
Bu gün kimi liderini, kimi şeyhini kimi malını, makamını ve putunu Allah yerine koyup onlara saygı ve sevgilerini arz etmektedirler. Şirk ve riya öyle birer mikropturlar ki, bizi kalbimizden yakalayıp dünya ve ahiretimizi harap etmektedirler. Uyanık olalım. Kalblerimizi bu mikroplardan temizleyelim. O zaman sağlam bir kulpa tutunmuş olacağız. Bel ki o zaman müslümanların ortak noktası olan TEVHİD kardeşliğini yaşamış oluruz. ”Müminler ancak kardeştirler...” Hucurat:10. ”... Mümin(inanıyorsanız) iseniz en üstün olan sizlersiniz.” Al-i İmran: 139 Haberleri bizlere haz ve Allah'a kulluk etmeye hız vermeleri gerekmez mi?
Ruhta tevhid birliğini yaşayamayan milletler helak olmuşlardır. Helak sadece toplu yok olmalar değildir. Ahlak ve maneviyat kaybı da bir helaktır. Maddenin ve güçlülerin makam ve mevkilerin, tarihte kahraman ve büyük tanınanların Allah sevilir gibi sevilmeleri, onların gidişatlarının kitap ve din kabul edilmesi helak değil mi?
Tevhidde kardeşlik, ictimai(sosyal) hayatta birlik müslümanların vaz geçilmez vazifeleridir. ”Cemaatte rahmet, tefrikada (ayrılık) azap vardır.” Buyuran Peygamberimiz (s.a.v.), Rahmet-i ilahinin ve dünyadaki birlik ve beraberliğin Tevhidde, tevhidin kazandırdığı kardeşlikte olduğunu ifade ediyor.
Benlik ve tefrika karanlığında ne yaptığının farkında olmayanlar, hayatta hem kendilerine hem de insanlığa zulmü yaşatmaktadırlar. Hedefi sadece dünya olanlar ahireti ihmal ediyorlar. Hal böyle olunca Allah'ın rızasından ve ihlastan eser kalmıyor. Kanuni sultan Süleyman'ın dediği gibi Birlik saadetini yitirmiş oluyorlar.
“Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır,
Olmaya baht-ı saadet cihanda VAHDET gibi”
Hulasa: Sahih olan imanın kalbde olacağını, dil ile ikrarımızın bize dünyamızda müslüman muamelesi göreceğimize yardımcı olduğunu iyi bilerek, şirk ve riydan arınmamız gerekmektedir. Kalbe Allah sevgi ve saygısından başka sevgi ve saygıya müsade etmemeliyiz. Hayatımızda da din kardeşliği ve birliğini yaşamalıyız ki, Rahmet-i ilahiye dünya ve ahiretimizde mazhar olabilelim. Kelime-i Tevhidin bir başka ifadesi, kelime-tayyibe-i münciyedir. Yani sahibini dünya ve ahirette kurtaran temiz/güzel söz demektir. Bu kelimeyi de “LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMED’ÜN RASULÜLLAH”şeklinde ikrar ve tasdik ederiz. ”Muhamned’ün Rasulüllah” (Muhammed Allah’ın elçisidir.) Fetih suresi:29
Günümüzde Kur’an, Kur’an, Kur’an deyip de Rasulüllahı dikkate almamaya çalışanlar, Rasulüllah için Kur’an’a iyi baksınlar. Müslümanlar da İman ve
İslam’ın ne olduğunu anlamak için Kur’an ve sünneti iyi okumaldırlar. Aks-i takdirde şirk ve riyadan kurtulmak mümkün olmayacaktır.
Ne mutlu Tevhid ve Vahdet hakikatlerine kulak verip teslim olanlara !

 Bekir KAPLAN
 Emekli Müftü
 09.07.2020
Bu Makale: Eldesnet tarafından 09.07.2020 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu makaleyi Pdf dosyası olarak indirmek için BURAYA tıklatınız.
----

 SORUMLULUK ŞUURU/BİLİNCİ Mesuliyetimiz 09.08.2020
Eldeşli Bekir Kaplan  

Hayat, sorumlulukların yerine getirildiği nisbette güzeldir. Ömrümüzün boş yere harcanmasını istemiyorsak bilgi ve şuur şarttır. Bilinçisizlik ğaflettir. Hakikatlerden habersiz olmaktır. Akıl ve irade sahibi olan insan için de en güzel şey bllgi ve şuurdur.
Yaratılmışların arasında ne yaptığını ve ne yapacağını bilmek durumunda olan yegane varlık insandır. Bilgi ve şuurdan yoksun olanların hayat tarzları alışkanlıklardan ibarettir. Bunlar, yaptıklarının ve yapacaklarının kim ve niçin olduğunun farkında değillerdir. Adet olmuş işte, geleneklerimiz böyle diyerek alışkanlıklarına sığınırlar.
Halbu ki, hayat imanla başlar niyyetle devam eder. Çün ki,hayatımız niyyetlerimize göre değer kazanacak ya da kaybedecektir. Her şeyden önce imani ve İslami sorumluluğumuzun neler olduğunu öğrenmeliyiz. Yani, Allah'a, Rasulüne, kitabımız Kur’an-ı kerime, özellikle ahirete karşı sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz ki, dünya ve ahiret mutluluğunu yaşayabilelim. Bu şuur ve bilgiden yoksun olmak hayvani bir hayata işaret değil midir? Ye, iç keyfine bak anlayışı kime ne fayda sağlamıştır? Doğarız, keyfimize göre yaşarız ve ölürüz, toprak oluruz zihniyeti insanları ateist ve deist yapmıştır. Dünyayı tanırız amma ahireti bilmeyiz, diyenlerde Allah ve Rasulüne iman zayıflamış, yaratılmışlara şefkat ve merhamet kalmamıştır.
İnsanın en büyük nimeti ve mesuliyeti Allah'a kulluk şuurudur. Kul olduğunun farkında olmayanlarda gelişen en kötü şey de kişinin kendi heva ve hevesini ilah tanımasıdır. ”Nefsinin arzusunu ilah edineni ; Allah’ın (halini)bildiği için saptırdığı ve kulağını mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördüm mü?...”Casiye suresi:23
Hayatımızın sorumluluğu şahsımıza aittir. Kimse başkasının hayatını yaşamaz. Başkası için de yaşamaz ne yaparsa kendi lehine veya aleyhine yapar. Hal böyle olunca, ölüm gelip çatmadan Peygamberimizin bize öğrettiği şekilde ameli ve ahlaki vazifelerimizi-Allah’ın rızasını kazanmak niyyetiyle-yerine getirelim. Vakit geç olmadan; nefsimize, çocuklarımıza ve çevremize karşı sorumluluklarımızı ihmal etmeyelim. ”Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insan ve taşlar olan ateşten koruyun” (Tahrim:6) İlahi emre kulak verelim.
Gidişata bakıldığında insanların büyük-küçük ilgilendikleri saha madde olmuş. Yani bedenimizin tüm ihtiyaçları için emek veriliyor da ruhumuzla ilgili çalışmaların pek zayıf olduğu görülüyor. Maneviyat özümüz olduğu halde onun gıdası dikkate alınmıyor da, nefsimizle ilgili olanlar için gündüzümüzü bırakalım gecemizi de heba ediyoruz. Fakat bir türlü huzur bulamıyoruz.
Gerçek olan şudur ki, ruh iman ve İslam şuuruyla doyduğunda acıkmaz, Ancak nefis öyle değildir. Ne ve ne kadar yersek yiyelim ölünceye kadar acıkır da acıkır. Doyurmak mümkün değildir. Ölümle beraber nefsimizi toprak doyurur. İnsan davranışlarının sorumlusudur. Sevabımız ve günahımız şahsidir. İsalamın bize öğrettiği amel ve ahlak kurallarına uyarak yaşamak birinci önceliğimizdir. İyilikleri teşvik etmek, kötülüklere engel olmak Mesuliyetimiz de vardır. Ailemizde ve çevremizde gördüğümüz haramlara neme lazım diyemeyiz. Elimizle,dilimizle(bilgimizle) kötülüklere mani olmalıyız ki, toplum fertlerinde utanma ve arlanma duygusu gelişsin. Maalesef günümüzde kimse kimseden çekinmiyor. Çün ki, şahsi sorumluluk diye bir anlayışın yerine canım ne isterse onu yaparım anlayışı hakim olmuştur. Hayatımızı dünya ve ahiret sorumluluklarımıza göre yaşama niyyetimiz olsa rahatsız olduğumuz hiç bir olumsuzluk zuhur etmez. Çün ki, herkes oto kontrol anlayışıyla hüsn- i niyyetle yaşar. O zaman şikayet yerini hizmete, dedikodu yerini muhabbete, cehalet yerini ya bilgiye bırakır.
Netice itibariyle: Dünya fani ahiret bakidir. Ölüm ise anidir. Hayat, şuurla tatlıdır. Kulluk niyyetiyle yaşanırsa güzel ve verimlidir. Vazife ve sorumlulukları başkalarından beklemek kolaycılıktır. Marifet ben nasılım, kim için yaşıyorum, vazifemi yapıyor muyum, dünya ve ahiret hakkında bilgim ne kadar, günlük hayatımda iyi ve kötü ne kazandım şuurunu taşıyarak yaşamaktır.
Teşekkürü ve özür dilemeyi ve birbirlerine selam vermeyi bilmeyen toplumun fertleri ne kadar ilahi rahmeti celp edebilir ki?
Unutulmamalıdır ki, insanın davranışları irade ve niyyetledir. Bu ise hayvanda yoktur. İnsanı hayvandan ayıran birinci özellikte insanın, sorumluluğunu bilinçli bir biçimde yaşamasıdır.
Mümin ve müminata selam olsun.

 Bekir KAPLAN
 Emekli Müftü
 09.08.2020
Bu Makale: Eldesnet tarafından 09.08.2020 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu makaleyi Pdf dosyası olarak indirmek için BURAYA tıklatınız.

 ALLAH'IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEYİN 05.09.2020
Eldeşli Bekir Kaplan  

“De ki:Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım!Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin!Çünkü Allah bütün günahları bağışlar.Şüphesiz ki O,çok bağışlayan,çok esirgeyendir.”(Zümer:53)
Dünyamızın içinde bulunduğu salgın sebebiyle insanlık bir kargaşa yaşamaktadır.Öncelikle yüce Rabbimiz Allah ,bu musibeti yok etsin.Hastalarımıza acil şifa versin.Ölen mümin ve müminata rahmet eylesin.
Öyle ki,kargaşa bütün herkesi içine aldı.Yaşlı genç,kadın erkek,tüccar esnaf,amir memur ve fakir zengin demeden virüs bizleri tedirgin etmeye devam ediyor.Resmi ve gayr-i resmi uyarılar devam etse de insanımızın çoğu maske,mesafe ve temizliğe dikkat etmiyor.Basın ve yayında,internet ortamında öyle şeyler paylaşılıyor ki,korkudan başka bir şey verilmiyor.
Alemlerin sahibinin Allah olduğunu pekala iyi biliyoruz.Fatiha suresini okuduğumuzda da bunu ifade ediyoruz.”Elhamdü lillahi rabbil alemiin...”(Fatiha:1)Hamd yani övgü alemlerin sahibi(idarecisi,terbiye edicisi) Allah’a aittir.Hal böyle olunca sevinçde ŞÜKÜR,kederde de SABIRLA beraber Allah’a dayanmamız ve ümidimiz Allah’tır dememiz gerekmiyor mu?
Salgın maddemizi(sağlığımızı)alt üst ettiği gibi esnafımızı,tüccarımızı,işcimizi ve ekonomimizi de derinden etkiledi.Tabi ki,bu arada en çok etkilenen bir yönümüz de ruhumuz(maneviyatımız) oldu.İşte o zaman düşüncelere daldık.Nerede hata yaptık/yapıyoruz da Allah bunu bize münasib gördü demeye başladık.İman ve İslam ve ahlaki açıdan günahlarımızı saymaya kalksak sayfalar almaz.Bu konuda her müslüman kendisini hesaba çekmeli.Ben nasıl bir müminim,kabul ettiğim İslam’ı(emirlerini/haramlarını)nasıl yaşıyorum diye her saniye her dakika düşünmelidir.
Maske,mesafe ve temizlik diyoruz.Bir türlü ey müslümanlar!Beş vakit abdest alıp namazlarını kılın diyemedik.Maske ağız yoluyla gelecek mikrobu def eder.Fiziki mesafe virüsün ulaşımını engeller.Temizlik ise bulaşmayı önler.Öyleyse neden beş vakit abdestle temizliği temin etmeyelim? Hani peygamberimiz(s a v):”Birinizin kapısının önünden su aksa oradan da beş defa yıkansa onda kir kalır mı?”Diye sorarak sahabenin abdest yoluyla temiz olacağını söylememiş miydi? Müslüman inandığı dinin emirlerine,o emir ve yasakları bize tatbik ederek öğreten peygambere, mümin olduğu için uyması gerekmiyor mu?Bu tür olaylardan ders alarak ihmal ettiğimiz kulluğumuza daha çok sarılmamız gerekmiyor mu? İyi bilinmelidir ki,her doğumun ölümü vardır.Ölüm sonrası ahirette dünya hayatımızın hesabı verilecektir,hem de yalnız başımıza.
Hoşumuza gitsin veya gitmesin”Her olanda hayır vardır.”gerçeğine dayanarak,Rabbimiz Allah’ın her şeyi bildiğini,gördüğünü,haberdar olduğunu,yarattığını kalben idrak ederek Rabbimiz Allah’ın rahmetinden ümidimizi kesmemeliyiz.Rahmet-i ilahiden ümidini kesen her şeyini kaybetmiş olacağından kaybedecek başka bir şeyinin kalmadığını iyi bilmelidir.
Yukarda mealini verdiğimiz ayette;Allah’ın rahmet ve muhabbetinin sonsuz olduğu,her şeyi kuşatmış bulunduğundan her insanın bundan istifade edeceği açıklanmaktadır.Ancak şuna dikkat edilmelidir ki,”Allahın rahmetinden ümit kesmeyin”demek günah işlemeye devam edin demek değildir.Bundan maksat,tevbelerin kabul edileceğini bildirmek,bir an evvel isyanlardan,haramlardan vaz geçip Allah’a dönmemizi teşvik etmektir.Bir ömür vazifemiz;SABIR,ŞÜKÜR,İSTİFAR(af istemek) ve DUA olmalıdır.
Allah’a olan kulluğumuzda o kadar gevşek ve laubali hale geldik ki,hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya gönül verdik.Gönlümüzü dünyaya kaptırınca Ahiretimizi hep erteler hale geldik.”Hayır!Doğrusu siz,çarçabuk geçeni( dünya hayatını ve nimetlerini) seviyor, ahireti bırakıyorsunuz.”(Kıyamet:20-21)
Rabbimiz Allah mümin olanların da üstün olduklarını bildiriyor.”Gevşeklik göstermeyin,üzüntüye kapılmayın.Eğer inanmışsanız,üstün gelecek olan sizsiniz.”(Al-i İmran:139)
“Allah’a dayan,sa'ye sarıl,hikmete raam ol/Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.”(Mehmet Akif).
Hasıl-ı kelam;biz müminler Rab olarak kabul ettiğimiz Allah’tan ümidimizi kesemeyiz.kesecek olursak küfre düşeriz.Daima O'na kulluk eder,O'ndan yardım dileriz.En dayanılmaz hallerimizde bile kapısını çalıp,ya rabbi rahmet ve affına sığınıyorum,inayetini isterim demeliyiz.Madde ve manamızı alt üst edecek hallerden Allah’a sığınmalıyız.Özellikle beş vakit namazımıza devam etmeliyiz.Çünkü namaz bir vücuttaki baş gibidir.Başı olmayan vücudun halini siz düşünün.Vesselam.

 Bekir KAPLAN
 Emekli Müftü
 05.09.2020
Bu Makale: Eldesnet tarafından 05.09.2020 Tarihinde Yayınlanmıştır.
Bu makaleyi Pdf dosyası olarak indirmek için BURAYA tıklatınız.


Faydalı olması temennisiyle. Hocamızdan Allah razı olsun.
Hazırlayan: Beytullah YILDIRIM - ELDESNET
 Eldesnet Facebook grubu için buraya tıklayınıziniz.

 

  FOTOĞRAFLAR

 

 Fotoğraflar
     
 Fotoğrafları daha büyük görebilmek için üzerine tıklayınız.

  ELDESNET KURULUŞ: 1997

Her hakkı ELDESNET'e aittir. Kesinlikle izin almadan kısmen veya tamamen kopyalanamaz ve yayınlanamaz.
E-Posta: Tasarımcı ve Yayıncı: Beytullah YILDIRIM
ELDESNET © 1997 - 2020

Eldesnet Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın.
 
   
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol